74. YIL DÖNÜMÜNDE KÖY ENSTİTÜLERİ ÜZERİNE…

Yurt sevgisini yüreklerinde taşıyan, verimsiz topraklarda yetişen kavruk köy çocuklarından birer hanımefendi, beyefendi yetiştiren eğitim kurumlarıydı köy enstitüleri.

Işıl ışıl, aydınlanmış düşüncelerin parladığı zihinlerde, cumhuriyete gönülden bağlanan insanlar yetiştiren; bir yuva sıcaklığında, aile şefkati ile yetişen gençlerin çağdaş Türkiye hedefiyle yüreklerindeki alevi tutuşturdukları eğitim yuvalarıydı.

Köy enstitüleri eğitim modeli; yönetime katılma, sorgulama ve sorma bilincine, eleştirel düşünme yeteneğine sahip, dünyadaki gelişmeleri izleyip yorumlayabilen, sorunlar karşısında çözüm yolları arayışında hep aklı ve bilimi kullanan çağdaş insanları yetiştirme projesiydi.

İnsana, insan olduğu için değer veren, hayatın her alanında evde, işte, tarlada, okulda birlik ve beraberlik içinde yaşamayı öğreten bir hayat felsefesiydi.

Kısacık bir dönem hizmet vermesine rağmen dünyanın ilgisini çekmiş; felsefesi, işleyişi, dünyada ilk ve tek olma özelliği ile Birleşmiş Milletler, Dünya Kültür Teşkilatı UNESCO tarafından kalkınmakta olan ülkelerin eğitim sistemine örnek olarak gösterilmekte olan ve ayrıca UNICEF’ın 21. yüzyılın eğitim projesi olarak koruma altına alıp, bir çok akademik inceleme ve araştırmaya örnek teşkil etmiş dünyanın takdir ettiği eğitim kurumlarıdır Köy Enstitüleri…

Bu nedenledir ki unutmuyor ve halen kuruluş yıldönümünü kutluyoruz. Ama kuru kuru kutlamalar artık bir anlam ifade etmiyor. Şu anki kaygımız: Yaparak, yaşayarak öğrenen, her dönem 25 tane klasik roman okumakla yükümlü o günün köy çocukları, bugünün entelektüel donanımlı aydınları 40’lı/ 50’li yıllarda yetiştirilebiliyorken, neden bugün bu düzeyde donanımlı insan yetiştiremiyoruz?

Peki köy enstitülerini bu kadar farklı kılan, başarılı yapan neydi?… Eğitimli insan sayımızın çok sınırlı olduğu o dönemlerde eğitim verecek öğretmen bile bulunamıyorken, okur yazar oranı %5 bile değilken bir anda bir sihirli değnek mi dokunmuştu köylerimizdeki çocuklarımıza?…

Hayır… Öncelikle azim ve istek sonra da Köy Enstitülerinin mucizesiydi bu olanlar…

Sabahın erken saatlerinde uyanan öğrenciler, kızlı erkekli halk oyunları oynayarak güne başlarken sabah sporlarını da yapmış oluyorlardı. Kahvaltının ardından zorunlu okuma saati vardı. Kahvaltıyı, kendilerinden önce kalkıp fırında ekmek pişiren öğrenci arkadaşları hazırlıyordu.

Köy enstitüleri bu uygulamayla; bizzat yaparak öğrenim konusunda dünyada benzeri görülmemiş bir örnek oluşturmuş ve birçok akademik inceleme ve araştırmaya kaynak teşkil etmiştir.

1940 yılından itibaren, tarım işlerine elverişli geniş arazilere sahip köylerde veya oralara yakın alanlarda açılmıştı Köy Enstitüleri. Türkiye’de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere…

Öğretmenler, köylülere de hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern tarım tekniklerini öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine “iş için, iş içinde” eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50’lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.

Bence en önemli hususlardan biri de Köy Enstitüleri’nin hiçbir zaman devlete yük olmamasıdır. Çünkü bu okullar ekonomiye katkısı bulunan tarım, teknik ve kültür merkezi şeklinde eğitimlerini sürdürüyordu. Kurulan her Enstitünün binası, o bölgenin köylülerinin yardımlarıyla yapılmış, böylece halkın bu kurumları sahiplenmesi ve benimsemesi sağlanmıştı. Her okula ayrılan arazilerde, öğrencilere pratiğe yönelik uygulamalar yaptırılmış ve bu sayede öğrenciler kendi ürettikleri ürünlerin gelirleriyle okullarının ihtiyaçlarını karşılayabilmişlerdir.

Keşke sürdürülebilseydi varlığını, kalkınsa aydınlansaydı köylerimiz…

Toprak reformu yapılsa; kurtulsaydı çiftçimiz,

Dursaydı kan davaları, kadına şiddet; berdeller bitseydi…

Köyden kente göçe gerek kalmasa, köylüsü-kentlisi yerinde kalkınsaydı…

Türkiye’nin altyapısı tepeden tırnağa farklı olurdu belki. Köyden kente göç olmaz herkes köyünde kentinde aynı refah düzeyinde yaşayabilir, şehirlerde göç nedeniyle nüfus artmaz belki de bu denli bir işsizlik olmazdı o zaman.

Toprak reformu yapılır, çiftçi topraklandırılır ve böylece ağa ve şeyhlerin kurdukları hegemonyalar altında ezilmezdi çiftçimiz. Bu proje hiç değilse bir on yıl kadar daha devam edebilseydi 1970’lerde belki de çağ atlayan bir ülkemiz olurdu.

O günden bugüne; düşünen, sorgulayan, rüzgara göre yön değiştirmeyen, bilgili, aydın, çağdaş insanlarımızla başkalarının ne dedikleriyle ilgilenmeyip, dizilere esir olmayan, magazin basını yerine kültür sanat haberlerini takip eden insanlarımızla daha modern daha ileri bir ülkede yaşıyor olabilirdik.

Son söz:

Ülkemizin bağımsızlığını, onurunu ve refahını gerçekten önemseyen,  “Köy Enstitüleri” ruh ve felsefesiyle hareket eden “Modern Eğitim Enstitüleri” nin kurulmasına acilen ihtiyaç vardır. Duyurulur!…

 

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir