KİLİM GAZETESİ, BADEN-WÜRTTEMBERG, TEMMUZ 2021
Hayatınız boyunca, bir yere ait olmadığınızı hissettiniz mi hiç?
Her gün yürüdüğünüz yola, caddeye, sokağa, önünde oturup çayınızı kahvenizi yudumladığınız kafeye, çalışmaya gittiğiniz iş yerine, her gün yüz yüze baktığınız insanlara yabancı! Sanki oralardan hiç geçmemiş, o insanlarla hiç tanışmamış hiçbir anı biriktirmemiş gibi yoksun hissettiniz mi kendinizi?
Tüm bu duyguları yaşarken bir şeyleri beklediğinizi, bir yerlere gitmek istediğinizi ama ne yapmak istediğinizi ya da nereye gideceğinizi bilmeden, bunu sadece içinizde tarif edemediğiniz bir şekilde, sadece istediğinizi fark ettiniz mi?
Orada olmasanız daha çok mutlu olacakmışsınız gibi!
Birçoğunuzun “evet, evet” dediğini duyar gibiyim daha şimdiden. Herhangi bir zamana ve mekâna ait olamama hissidir bu.
Yolların yabancılığı kadar aşinalığı, insanların ifadesiz gibi görünen ifadeleri, mekânların yaşanmışlığı kadar yaşanmamışlığı, zamanın geri gelmek bilmeyen boşluğunun çaresizliğidir içinizi kemiren.
Bir yudum kahvenin hatırına düşen gölge, her gün acı-tatlı anılarının seyircisi zamana eşlik eden mekânlar, sabahleyin sırtındaki ağrıyla doğrulduğunuz yatak, kahvaltı masasındaki peynir, zeytin, hiçbir şeyden habersiz gülümseyen güneş kadar gerçekken yaşadığınız yere ait olamadığınızı hissetmenin verdiği yorgunluktur sizi ıssız kılan.
Yaşantınızın ne kadar konforlu, rahat ya da mükemmel olduğu hiç önemli değildir aslında. İçinizde durmak bilmeyen susturamadığınız bir ses vardır mütemadiyen konuşan. Hiçbir şeyin olması gerektiği gibi olmadığını söyleyen bir iç sestir bu. Onun arsızlığıdır sizin kafanızı karıştıran.
Birçok ülke, birçok şehir gezince, birçok şehirde mesken tutunca anladım ki şehirler, caddelerden, mekânlardan ibaret değilmiş. Bizi bir yere ait kılan şehrin kendisi değil de insanları imiş.
Her şeye her yere, içtiğiniz bir bardak suya bile anlam katan etrafınızdaki insanlarmış. Şöyle geriye bakıp düşündüğümde gezdiğim onca şehir, onca ülkeden çok, kiminle gittiğim, kiminle güldüğüm kiminle ağladığım daha çok iz bırakmış hafızamda. Yaşadığım o mekânlar, içindeki insanlar ile kazınmış zihnime.
Mekânları, şehirleri, caddeleri, sokakları sahiplendiğiniz yerlere siz de şöyle dönüp bir bakın, her köşesinde candan, dost yüzlü insanlar göreceksiniz. Bir de dönüp aidiyetsiz hissettiğiniz çok güzel şehirlere, mükemmel yapıların içindeki evlere, iş yerlerine bakın, kimseyi göremediğiniz o yerlere kendinizi ait hissedemediğinizi fark edeceksiniz.
Güzel insanlar biriktirmek önemlidir bilirim ama durup düşününce, bunun hayatımızdaki yerinin büyüklüğünü her geçen gün daha iyi anlıyorum sanırım. Bizi biz yapan, bizi bir yerlere ait kılan insanların önemini, akan zamanın içinde yaş aldıkça daha çok hissediyorum.
Bazen harikulade bir doğada, mükemmel evlerde, gailesiz hayatlara baktığımda gördüğüm insanlardaki ıssızlıkta bile üşüdüğümü fark ediyorum. Öyle bir yere aidiyet hissetmenin imkânsızlığında anlıyorum insanların yere göğe sığamayışını. Ve aidiyetsiz kalan o insanların gölgesinde üşüyorum…
Yüreğinize sağlık
Benim de düşünüp yazıya aktaramadığım duygular bunlar. Ama siz ne kadar güzel anlatmışsınız. Sanırım yazarları farklı kılan da bu olsa gerek. Mükemmel ifade etmişsiniz. Yüreğinize ve kaleminize sağlık.