BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ

Arkam, önüm,

Sağım, solum

Sobe!

Arkamı döndüm kimse yok. Herkes saklanmış mı ne? Ben de koskocaman bir gökyüzü çizdim; rengi yeşil de olabilir mavi de… Üzerine ay ve yıldızlar da dizilebilir, yaramaz kediler de… Bir yıldızdan diğerine sek sek oynayarak geçerken yıldız kaydı, bana çarpmasın diye koştum, yakar topun elinden kaçarken birdirbir oynayan arkadaşlarımın sırtından aştım. Tam yere düşüyordum ki babam tuttu “istop!” dedi. Annemin kucağına uzatırken “aklımda!” diyerek aldı annem gülümseyerek beni. Sıcacık kucağından yere indiğimde ayağıma takılan taşı ittim ve üçlerden dörtlere geçtim. Tam koşacaktım ki iki arkadaşımın beline kadar çektiği lastiğe takıldım. Çin çan oynarken yeniden göğe zıpladım. Beş tane yıldız topladım, avucumun içinden elimin sırtını çevirirken havaya attım. Bu beş taşı da zaten hiç oynayamadım. Tam kuzuları sayacaktım, bir de baktım sabah olmuş. Çocukluğum, bir varmış bir yokmuş...

Masal bitti tadı damağımızda. Oynadığımız oyunlar dağarcığımızda. Ne bilgisayarımız oldu ne cep telefonumuz, play satation da görmedik X-Box’da. Düştük dizimiz kanadı, en yakın arkadaşımız sırtımızı sıvazladı, cebinden çıkardığı kumaş mendiliyle yaramızı sarmaladı. Parmağımız kesildi, arkadaşımız da kesti, acımızı paylaşırken kanlarımız karıştı, arkadaştan öte kardeş olduk böylece. Acıkınca ekmeğimizi bölüştük sessizce.

Yıllarca bu duygularla hayata meydan okuduk. Hep dimdik ayaklarımızın üzerinde durduk. Hiçbir şeyimiz sanal olmadı; acıyı da mutluluğu da iliklerimize kadar yaşadık. Sevginin en anlamlısını, dostlukların en kutsalını tattık. Belki de farkında olmadan en mutlu çocuklar olduk…

Komşu amca, ailemiz yanımızda yokken taciz etmedi, kendi çocuğu gibi hep sakınıp sakladı kötülüklerden bizi.

Sanal âlemde takma isimlerle kandıran olmadı. Yabancılardan şeker de para da herhangi başka bir şey almamamız gerektiğini bilmek de yetti bize.

Sokakta oynama, başına bir şey gelir! korkusu yaşamadık ne biz ne annelerimiz. Ama akşam ezanında biterdi yine de iznimiz.

Tüm arkadaşlarımızı iyi tanınırdık biz de ailemiz de. Öyle tanımadıklarımızla sanal oyunlara kurban vermedik hiçbir kardeşimizi.

Harçlıklarımızla kitaplar aldık, sonra değiş tokuş yapardık, farklı kitapları okuyabilmek için birbirimizde olmayanları alırdık.

Biz, temiz pak pırıl pırıl çocuklar olmadık belki, dizimiz kabuk bağlamadan yenisi kanardı ama hiç bundan dert yanmazdık. Mahallenin tozu toprağı bizi hep sarardı ama termosifonlu kazanlarda ısıtılan sularda annemiz yıkarken uyku gözümüzden akardı. Ne ergenlik bildik ne depresyon. Ergenlik denilince tek bildiğimiz, o lanet sivilcelerden ibaretti belki de.

Dini ve milli bayramlar, çocukluğumuzun en neşeli günleri idi. Mahallede ne kadar çocuk varsa dini bayramlarda el öpmeye gider, aile büyüklerimizle dualar ederdik.

Milli bayramlarımızda ise gururla Ata’mızı, atalarımızı yâd eder, her çocuk gibi şenlenirdik.

Hele 23 Nisanlar…

Televizyonda, dünyanın her köşesinden Ankara’ya gelen çocuklarla yapılan şenlikleri izleyip orada olamadığım için her sene ne kadar üzülsem de okulumun bando kıyafetini giyip resmigeçitte trampetimin üstünde çarpı yaparak protokole verdiğim selamda da o kadar mağrur ve gururlu idim.

23 Nisan Baloları ise en çok eğlendiğimiz yerdi. Oyunlar, danslar, çekilişler… Bayramı, bayram gibi, çocukluğumuzu, çocuklar gibi yaşamanın keyfi o yüzden hala yüreğimde.

O yüzden “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE” sözünün her bir zerresi benliğimde.

Bize, bu bayramı hediye eden Ata’mıza hep minnet duyan içimdeki o çocuk, bugün hala aynı duygularla, aynı heyecanla karşılıyor 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını.

Bize, hediyelerin en büyüğünü bahşeden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ve tüm silah arkadaşlarını saygı, minnet, dua ve rahmetle yâd ediyorum.

Hem içindeki çocuğu büyütmeyen büyük çocukların hem de tüm çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı KUTLU OLSUN!

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir