“Tek bilinen, kâğıt üzerinde bol keseden bot üretilirken, Okyanusya halkının belki de yarısının yalınayak dolaştığıydı.”
1984- George Orwell
90’lı yılların sonu, 2000’li yılların başında Türkiye’de ve dünyada fenomen olan bir yarışma programı vardı. O dönemi yaşayanlar çok iyi hatırlar. -Gençler de duymuştur- Bu yarışmanın konsepti, farklı kişilikteki yarışmacıların, yüz gün boyunca bir evde toplanarak; onları seyreden seyircilerin ilgisini çekmeye ve ortaya konulan ödülü elde etmeye çalışmaları üzerine kuruluydu.
Türkiye’de ve dünyada, mahremiyetin dönüşümünde rol oynayan küreselleşme ve popüler kültürün yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı bu dönemde; halkın arasından seçilmiş insanların mahrem hayatları popularize ediliyor, seyir nesnesi haline getiriliyor ve bu surette yepyeni yıldızlar doğuyordu. Ve tabii buna bağlı olarak türeyen hayran kültürü ve hayran kitlesi oluşturuluyordu.
Pek tabii bu sistemin dolaşıma sokulduğu yıllarda internet ve sosyal medya henüz bu kadar yaygın kullanılmıyordu. Şimdilerde ortaya çıkan sosyal medya fenomenleri, o yıllarda televizyon vasıtasıyla oluşan tele – görsel kimlikler üzerinden kurgulanıyordu.
Geçen zaman ve gelişen teknoloji; instagram, facebook, twiter, you tube…vb birçok sosyal medya kaynağını hayatımıza dahil ederken, Biri Bizi Gözetliyor (BBG) Evini’n yeni versiyonunu da küresel mecrada hizmete sokmuş oldu.
Artık isteyen herkes, kişisel hayatını dilediği renkte, istediği görsellikte ve tabii göstermek istediği formatta düzenleyerek gözler önüne sermeye başladı. Oluşan yeni fenomenler, doğal olarak oluşturdukları takipçileri ile kendi hayran kitlelerine de sahip oldular.
Hızla tüketilen popüler kültürle birlikte artık hızla tükenen popüler insan kimlikleri girdi hayatlarımıza. İnsanların, sevilme ya da beğenilme isteği, hiç doymak bilmeyen egolarını her geçen gün kamçılarken oldukları değil, öykündükleri kimliklerle çıkardı onları çoğu zaman karşımıza. Sahte kimlikli, sahte yüzler her geçen gün arttı ve artmaya devam ediyor.
Kapitalist sistemler, ister dayatarak deyin ister moda yaratarak, herkesin dâhil olduğu bir platforma dâhil olmayı bir ihtiyaç gibi hissettirdi önce insanlara. Bu sayede özgürce hareket edildiği düşüncesini yerleştirdi zihinlere ve popüler kültür ürünlerini tüketmek artık bir özgürlük oldu. Şimdi temeli özgürlük olan sosyal medyada bireyler, zaman içinde hem gerçek hem sanal bir dünyanın mensubu olarak sözüm ona özgürce var olmaya devam ediyor.
Oluşan sanal gerçeklikte, mutlulukların yanı sıra kaygılar, korkular da gelişti. Gerçek bir dünyada gerçek insanlarla muhatap olabilen insanlar; adlarını, mesleklerini yani kimliklerini değiştirerek aslında hiç olmadıkları bir kişilikte hiç tanımadıkları ya da tanımayacakları insanlarla iletişim kurabilmeye başladı.
Birbirini gıptayla takip eden insanlar olduğu kadar, hasetle seyreden insanlar da arttı. Takipçilere sunulan yaldızlı dünyalar, birbirini görmeden kurulmaya çalışılan dostluklar, bahşettiği güzellik kadar kaygı, endişe ve korku dünyası da oluşturdu çoğu zaman.
Masumane olan yaldızlı görüntüler kadar, insanları içine çeken, parlatılmış tehlikeli insanları ve grupları da soktu hayatlarımıza bu mecra.
Kimi zaman da sürdürülen basit hayatlar, kurgulanan mizansenlerle, tıpkı George Orwell’ın 1984 adlı distopik eserinde “Tek bilinen, kâğıt üzerinde bol keseden bot üretilirken, Okyanusya halkının belki de yarısının yalınayak dolaştığıydı.” cümlesinde olduğu gibi gerçekle yaşananın farkını serdi gözler önüne.
Tüm bunlar, artık gerçekten, bilerek ve isteyerek birilerinin bizi gözetlemesine müsaade ettiğimizi gösteriyor. Ama bizim göstermek istediğimiz şekillerde gözetlendiğimizi… Ya da bizler öyle sanırken her halimizle bizi gözetleyenler de var etrafımızda. Karda yürüyüp izini belli etmeyenler….
Kim bilir, bizi gözetlemesini istemediğimiz insanların da bizi gözetlediklerinin farkında bile değiliz belki de!