KİLİM GAZETESİ – BADEN WÜRTTEMBERG TEMMUZ 2020
Bazı insanlar doğduğu yerde, bazı insanlar doyduğu yerde yabancıdır. Bulunduğu yere bir türlü ait olamayandır onlar. Yabancı olandır. Kimsenin umursamadığı, insan yerine koymadığı; herkesin ayrıştırdığı, ötekileştirdiği bazen dilinden bazen kültüründen taviz verendir.
Yabancı olmak, maruz kaldığı baskıya ses çıkartamamak, öldürülen eşine dostuna ağlayamamak, hakları olsa da onlardan faydalanamamaktır bazen. Adını söylemekten çekinmektir, kendine ait olmayan kıyafetleri giyinip bulunduğu yerdeki insanlara benzemeye çalışıp kamufle olmaktır hatta. Yani velhasılıkelam zordur yabancı olmak, öteki olmak, farklı olmak. Aslında çok kolay olsa da biz insanlar sayesinde zorlaştırılandır.
Başlığı görür görmez neden bu başlığı seçtiğimi hemen anlayanlar olmuştur belki. Yine de anlatayım… Bundan tam 60 yıl önce Amerikalı yazar Harper Lee’nin yazmış olduğu, dili, üslubu ve ne yazık ki konusu itibariyle de hâlâ güncelliğini koruyan muhteşem bir kitabın adı “Bülbülü Öldürmek”. Adalet kavramını ırkçılık üzerinden kurgulayarak anlatan; hukukun üstünlüğünü vurgulayan ve hukukun üstünlüğünün sadece bir kesim ya da bir zümreye ait olmayıp herkes için olduğuna, olması gerektiğine yıllar, yıllar öncesinden bize altı yaşındaki küçük bir kızın gözünden anlatan harikulade bir eser.
Gerek Amerika’da gerekse Avrupa’da ve daha birçok yerde hâlâ sürüp giden bu ırkçılık davasının son günlerde yeniden alevlenmesi bana yıllar önce okuduğum bu muhteşem kitabı hatırlattı. 2020 yılında bile hâlâ bu konudan bahsediyor olmak elbette içler acısı. O yüzden ben bir şey demek yerine bu kitabın mesajları ile size anlatmak istedim yazımın başında belirtiğim o yabanıl duyguları.
Küçük bir kız çocuğu olan Scout ve abisi Jem, küçük yaşta annelerini kaybetmişlerdir. Avukat babaları Atticus ve evdeki işlerde yardımcıları Calpurnia ile adalet, özgürlük ve eşitlik konusunda hem yaşadıkları küçük Amerikan kasabasındakilere hem de biz okuyuculara örnek olan bu aileyi tanımanızı istedim. Irk ayrımının en çok hissedildiği yıllarda tüm kasabalının kendisine cephe alacağını bile bile siyahi bir adamın davasını üstlenmeyi kabul eden Atticus; renkleri, dilleri, dinleri, cinsiyetleri ne olursa olsun bir insanı diğer insandan üstün kılan herhangi bir neden olmadığını daha o yıllarda sergileme cesareti gösteren dürüst bir adamdır. Kitabı uzun uzun anlatmak isterdim ama okuyacak olanların ilgisini dağıtmak istemem. O yüzden roman boyunca beni etkileyen birkaç sözle devam etmek istiyorum.
Kitabın bir bölümünde diyor ki Atticus: “Birini tanımanın tek yolu, kendini onun yerine koyup onun ayakkabıları ile dolaşabilmektir.” Yani günümüzde çoğu insanın kuramadığı empatiyi ne güzel ifade ediyor. Yine bir yerde “Sıfatları kaldırırsan, geriye gerçekler kalır.” diyor. Düşününce etiketlerin çarpıştığı günümüz dünyasında insanlığını unutup unvanlarının altına sığınan ve kendisini dev aynasında gören insanları ne güzel ifade etmiş. Ve kitaba kısmen adını veren o cümle:
“İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.”
Saksağanı öldürmek de bülbülü öldürmek kadar günah olsa gerek ama yazar burada küçük kızın gözünden “bülbülü öldürmek” sözcükleri ile bağlantı kurduğu adalet ve vicdan kavramlarına gerçek değerini vermektedir. Bülbül, aslında masumiyettir! İçimizde var olan vicdandır, eşitlik ve adalettir. Bunlardan herhangi birine vereceğimiz zarar, bülbülü öldürmekle aynı anlama gelmektedir. Küçük Scout, babasından doğruluktan ve dürüstlükten asla vazgeçmemeyi ve bu kavramlar için umudunu yitirdiği en karanlık anlarda bile mücadele etmeyi, kimsenin kimseden daha aşağı ya da daha üstün olmadığını, adaleti, eşitliği, empati kurmadan kesin yargılara varmamak gerektiğini öğrenir.
Keşke bunu tek öğrenen yalnızca romanın kahramanı küçük kız değil de herkes olsaydı! O zaman adalet şemsiyesi altında daha yaşanabilir bir dünya ve daha mutlu insanlar olurdu.
Esen kalın…