BU YAŞAMAKSA EĞER…

Kaldırıp kafanızı gökyüzüne bakmayalı ne kadar oldu hiç düşündünüz mü?

Mis gibi bir havayı ciğerlerinize çekip, bugün de sağlıkla basıyorum yemyeşil çimenlere, mis kokulu toprağa demeyeli?…

Ellerinizi iki yana açıp şarkılarına eşlik ederek, en son çocukken mi kovalamıştınız kuşları?

Peki ya, o, denizin yosun kokusunu iyota katık yapıp ruhunuzu şenlendirmenin keyfini ve onun damaklarınızda bıraktığı tadı da mı unuttunuz?

E o zaman, eş dost, akraba, çoluk çocuk aynı sofranın başında şen kahkahalarla sıkış tıkış bir masanın etrafını çevrelemeyeli de çok olmuştur zaten.

Yağan yağmurda  ıslanmayı ve suya kanan toprağın doğaya saldığı o rayihayı da hiç sormuyorum…

Ne şenlikli geçerdi eski zamanlar. Azı da çoğu da bölüşür, sevgiyi katık ederdi insanlar… Aşkla, bir yoksul nasıl değişir diye, anlamamız için o zaman da bu zaman gibi toprağa yeşillik ve tazelik vermişti Yaradan. Güneş her devir tüm parlaklığıyla ısıtıyordu doğayı. Doğayı ısıtırken yürekleri de ateşlendiriyordu. En amansız aşklar, sevgiler yeşeriyordu gönüllerde. Lakin o zamanlarda saygı da vardı sevgiyle yeşeren. Şimdiki gibi gri değildi sokaklar. Beton yığınları arasında dolaşmazdı insanlar. Sadece insanların değil, her şehrin, kasabanın, köyün bir ruhu vardı…

Karakter sahibi, özü sözü bir, yüreğinde hissettiği her duygu sahtelikten arınmış, fikri zikri, duygusu, düşüncesi, rüzgâra göre yön değiştirmeyen mert insanlar yaşardı çünkü o zamanlarda.

Hakkaniyet vardı, ataya, dedeye, büyüğe saygı vardı, sevgi vardı. İletişim vardı. “Müsaitseniz bu akşam annemler size gelecek?” diyen çocuklar ve birbirini tanıyıp hal hatır eden, açın halinden anlayan tok  insanlar vardı.

Belki de yazın sıcağını, kışın soğuğunu hissettirmeyen bu insanlardı. Her yanı her ânı gökkuşağı gibi rengârenk yaşanır kılan da.

Bazen elime bir fırça alıp yeri göğü yeniden rengârenk boyamak geçiyor içimden.

Asık yüzlü insanları gülümserken çizmek, soğuk renkli beton yapıları sıcacık renklerle ısıtmak, insanları; renkleri, paraları, statülerine göre ayrıştırmak yerine aynı mahallerde sohbet edip gülerken, şakalaşırken, birbirine yardım ederken resmetmek istiyorum.

Yeniden ruhu olan şehirler, kasabalar, köyler kurmak istiyorum. İnsanların kötü, karamsar, düşmanca hikâyelerde yaşamaması için yeni yeni ütopyalar yazmak istiyorum. Bedbin, karamsar, üzgün, düşünceli,sinsi yüz görmek istemiyorum.

Bazen Lidyalılar parayı bulmakla iyi mi etti kötü mü diye düşünmüyor da değilim. Her şeyin, paylaşılamayan, daha fazlası istenen para için olduğunu görmekten bunalıyorum.

Daha fazla para kazanmak uğruna satılan; insanların, şehirlerin, ülkelerin, özgürlüklerin ruhlarının çektiği azaba dayanamıyorum…

Bu yaşamaksa eğer ben nefes almak istiyorum.

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir