“Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, erinç” Türk Dil Kurumu “huzur” kelimesini böyle tanımlıyor sözlüğünde.
Güzel… Şimdi başınızı kaldırıp şöyle bir etrafınıza bakın, kaç kişinin yüzünde bu ifadeye rastlayabileceksiniz?
Kendinizden başlayın isterseniz? Gergin misiniz? Gönlünüz rahat, başınız dinç mi?
Bu ruh halinde olan azınlığı tenzih ederek şunu söylemek istiyorum; çarşı, pazar, mahalle, sokak… neresi olursa olsun, ben, başımı kaldırıp etrafıma baktığımda her yerde pimi çekilip ortaya atılmış el bombaları gibi hareket halinde olan insanlar görüyorum etrafımda.
Söyleyeceğiniz bir tek kelime, olumlu ya da olumsuz, sanki küçük bir kargaşanın habercisi durumunda. “Gözünün üstünde kaşın var.” desen “Sana ne kardeşim?” deyip üzerine yürüyecekmiş gibi. Pazarda tezgâhtan iki domates seçsen, satıcı “ Bırak, bırak, seçemezsin! Ben vereceğim!” derken üzerine yürüyüp seni dövecek kabadayı edasında. Sanki sen müşteri o da satıcı değil. Hani adamın tavırlarından, hırsızlık yapıyormuşsun da yakalanmışsın hissiyatına kapılırsın.
Trafikte, daha trafik lambası sarıya dönerken arkandaki adam kornaya abanır. Öyle ki yeşil yanmış da sen de dakikalardır gitmemişsin, bekliyorsun sanki. Sen duymazsın ama o kendi arabasından iki okkalı küfrü bile savurmuştur ardından. Camdan başını uzatıp (sen de şeytana uyup) “ Ne diye basıyorsun kornaya, gördük biz de, kör değiliz ya, herhalde yeşil yanınca gideceğiz!” desen, arabasından fırlayıp ya koltuğunun altındaki levyeyi kafana geçirecek ya da çekip silahı vuracak asabiyetten seni.
İş yerinde çalışanların hepsi birbirini takipte! Hatta bazen işini yapsan da suç yapmasan da… Çok çalışsan adın işgüzar, çalışmayıp tembellik yapsan meymenetsiz, beceriksizin teki olursun. Yapman gerekeni yapıp amirine yakın olsan yalaka, ortalıkta savsaklansan asalak olursun. Tabii bir de hiç çalışmayıp başkalarının yaptıklarının üzerine yatanlar var. En hararetlisi de onlar. Bir şey desen, çok şey bilip de yapıyormuşçasına hatta tereyağı gibi üste çıkıp, bir de seni rezil de ederler bilmiş bilmiş.
Otobüs sırası beklerken uyanığın biri iki sıra önünde duran arkadaşını bahane ederek ya da belki de hiç bahanesiz kaynak yapıverir göz göre göre. “Bakar mısın kardeşim, biz de sıra bekliyoruz herhalde! Sen de en arkaya…” diye daha sözünü tamamlamadan ya hararetli bir tartışmanın ya da şiddetli bir kavganın ortasında bulursun kendini.
Yorgun argın evine geldiğinde tam huzur bulacağım derken (Akşama kadar evde çocuk ve iş telaşından yorulan eşin) “Ayakkabıyla neden bastın oraya?!” / (İşte sokakta bu kadar gerginliğe maruz kalan kocan sofraya oturduğunuzda) “Yine bu kaynar yemeği getirmişsin önüme. Ben sana bu kadar sıcak yemeği önüme getirme demiyor muyum?!” diye yeni bir münakaşayla tadını tuzunu, huzurunu kaçırır tüm hane halkının.
Yani anlayacağınız o iki hecelik kelimenin -huzur- sözlük anlamı hayatımızda bir türlü ete kemiğe bürünemez bu gerginlikler yüzünden. Evet, hayat şartları zor, her insanın mutlaka bir sıkıntısı var ama bu durumun bizi huzursuz ve asabi kılmasına müsaade etmemeliyiz. Hayata pozitif bakmayı öğrenmeliyiz. Kendi hayatımızı olduğu kadar etrafımızdaki insanların hayatını da etkilediğimizi hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Her birey kendinden olduğu kadar, çevresindeki insanlardan da sorumludur aslında.
Huzur da huzursuzluk da domino taşları etkisiyle yayılır etrafımıza. Çevremizde sürekli olarak ortamı gerginleştiren insanlar varsa ne kadar pozitif düşünürsek düşünelim huzurumuzun bozulmaması mümkün değildir. Çünkü bizden önceki huzursuz domino taşı bize çarptığında ister istemez hem bize hem de bizden sonrakine dolaylı olarak, biz istemesek de etki edecek, onun da dengesini bozacaktır.
İşte toplumu oluşturan insanları, bu domino taşları gibi düşündüğümüzde ilk taşın hareketinin ne kadar önemli olduğunu da varın artık siz düşünün…