DÜĞÜNÜMÜZ VAR…

“Sonsuzla düğünümüzdür ölümümüz.” Mevlana

Bugün; Leyletü’l-Arûs,  Şeb-i Arûs, Hakk’a vuslat,  Düğün Günü… Bugün Mevlâna, (hicrî 672) miladi 17 Aralık 1273′de Pazar günü akşamüstü güneşin Konya ufuklarını kızıla boyadığı dakikalarda, bu âlemden can ve beka âlemine göç etmişti.

Dualarımız, firkatin vuslata dönüştüğü, vuslatın yıl dönümü olan bu düğün gününde Mevlana’yla… “Ağlayıp inleyip, ah-ah, vah-vah etmeyin !” demişti ya; biz de maşukun aşkına kavuşmasını kutluyoruz bugün…

Yıl 1952;

UNESCO tarafından, Paris’teki Gime Oriental Museum’da Mevlâna’yla ilgili düzenlenen bir anma toplantısında; törene;  Türkiye delegeleriyle birlikte Afganistan, Mısır, Pakistan ve İran’dan da üyeler katılmış.

Törenden önce verilen bir resepsiyonda Mevlâna’nın milliyeti konusunda bir tartışma başlamış.

Mısırlı delege; Mevlâna’nın atalarının Hz. Ebubekir’e dayandığını, bu yüzden de onun Arap olduğunu görüşünü dile getirmiş,

İranlı delege; Mevlâna İranlıdır, çünkü bütün eserlerini Farsça yazmıştır, demiş,

Afganlı delege ise; Mevlâna Belh’te doğmuştur. Belh de Afgan topraklarındadır. O halde Mevlâna Afganistanlıdır, tezini savunmuş,

Türk delege Mevlâna’nın “Aslem Türkest, egerçi Hindu gûyem” (Her ne kadar Farsça-Hintçe söylesem de aslım Türk”tür benim) beyitlerini söyleyerek Mevlâna’nın kendisini Türk kabul ettiğini söz konusu beyitten hareketle savunmuş ve “Mevlana Türk’tür” demiş.

Tartışma giderek içinden çıkılmaz bir hal almış. Ortam gerginleşmiş. İşte tam o anda

Pakistan delegasyonunda bulunan Fıkıh âlimi Prof. Hamidullah Han ise tartışmalara müdahil olarak “Mevlâna hiçbir milletin değil bütün insanlığın malıdır” diyerek son noktayı koymuş.

Mana âlemindeki yolculuğu ile düşünceleri, yaşam tarzı ve felsefesiyle ünü kilometreleri aşan; bugün sadece yukarıda bahsettiğim ülkelerce değil dünyaca kabul gören, farklı inançlardan, farklı milletlerden insanların gönüllerini alacak, onlara hitap edecek kadar büyük mutasavvıf ve insanı kâmil olduğunun kanıtlarından biridir bu.

“Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir Ney’iz” (Mevlâna)

Diyen Mevlana’nın hangi dinden, hangi milletten olursa olsun, insanları kendine mal etmeye çalışması onun büyüklüğünün, evrenselliğinin en güçlü göstergelerinden biri değil midir?

Mevlâna ve Mevlevilik tüm dünya insanlarına tanıtılmakta ama Mevlana’nın Mesnevi’de dediği gibi “Herkes kendi görüşüne göre onun dostu olup; içindeki gerçek sırları kimse aramamaktadır.”

Özellikle Amerika’da yayınlanan İngilizce eserlerde ise, Mevlana’nın İran’ın tanınmış mistik şairi olarak nitelendirilmesi çok üzücüdür. Bu bizim eksikliğimizi göstermektedir. Türk-İslâm kültür ve geleneğiyle yetişen Mevlâna ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalar en fazla ülkemizde yapılmış olmasına rağmen bunu uluslararası literatüre taşıyamamış olmamız bizim en büyük hatamız olsa gerek.

Mevlana’yı, fikirlerini ve Mevleviliği doğru dürüst anlatan eserler yayınlayamamış bunların çevirilerini yapamamışız. Bundan istifade eden Batılılar yazdıkları eserlerle, Mevlana’yı istedikleri gibi anlamış ve anlatmışlardır. Bizler sadece düzenlediğimiz sema gösterileri ve Şeb-i Arus gecelerinde yâd etmişiz Mevlana’yı. Birçok alanda olduğu gibi bunu da büyük bir eksiğimiz olarak görüyorum.

Mevlana’ya sadece Şeb-i Arus törenlerinde değil her daim sahip çıkmak; onu anmak, anlamaya çalışmak, anlamak ve anlatmayı görevimiz olarak addetmek gerekir. Yoksa 1952 yılındaki tartışmanın benzerleri her zaman gündeme gelecek ve böyle büyük bir mutasavvıfı kendi kültürüne mal etmeye çalışacak daha çoook ülke çıkacaktır karşımıza.

Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” diye üç kelimeyle özetleyen Mevlana’yı vuslat gününde saygı rahmet ve dualarımızla anıyoruz…

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!

Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir”

Mevlana

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir