EY ŞEMS!

Bir şey yap, güzel olsun.

Çok mu zor?

O vakit güzel bir şey söyle.

Dilin mi dönmüyor?

Öyleyse güzel bir şey gör veya güzel bir şey yaz.

Beceremez misin?

O zaman güzel bir şeye başla.

Ama hep güzel şeyler olsun.

Çünkü her insan ölecek yaşta.

                                         Şems-i Tebrizi

 

Dinlerin, inanç ve ibadetlerin, örf ve âdetlerin kaynaştığı bu güzel topraklarda bir kaleydoskopun içinden bakıyor ve her yeri öyle görüyor olmayı çok isterdim. Oysa Tebrizli Şems’in de terennüm ettiği gibi güzel bir şey söyleyip, güzel başlamak istediğimiz günlere, hasret geldik hasret mi gideceğiz şu fani dünyadan, demekten kendimi alamıyorum şimdi.

Güzel bir şey yaz diyor, nasıl yazayım? … Dört bir yandan karabasan gibi savaşların, kavgaların, afetlerin, merhametsizliğin, sevgisizliğin kasvetli ağırlığı çökmüşken üstümüze; kalem bana küstü, ben kâğıda…

Tasavvuf ehline göre tasavvuf, cehaletten ilme giden bir yol olup; bu yolda kötü huylardan güzel ahlaka, fanilikten Hakk’ın varlığına yönelmektir esas. Bu esasa göre bu yolda dört kapı vardır;

Şeriat der ki: Seninki senin, benimki benim.

Tarikat der ki: Seninki senin, benimki de senin.

Marifet der ki: Ne benimki var ne seninki.

Hakikat der ki: Ne sen varsın, ne ben.

İşte bu inançla hakikate eremedikten sonra insanlar, ne yazarsam yazayım, ne kadar güzel başlamaya çalışırsam çalışayım güne, anlamsız kalıyor her şey.

Huzuru, mutluluğu, adaleti, saygıyı, sevgiyi, hoşgörüyü getirip; sen ben kavgasını nihayete erdirebilecek, huzurla güzel günlere başlayabilecek, güzel konuşup güzel yazabilecek bir ülke, bir millet olamayı hala başaramadığımız için isyanım…

Bir de; bumerang misali dönüp dolaşıp hayatımızdaki tüm yolları, lüzumsuz işlere çıkaran  bu hayata isyanım…

Çocukluğumuzdan beri belki de tanık olmadığımız kadar siyaset izledik, dinledik, konuştuk son yıllarda.Anlayan da laf söyledi anlamayan da. Bilen de konuşuyor bilmeyen de… Kafamı çevirip baktığımda, sanat, edebiyat, kültür, spor (futbolu saymazsak!..) konuşan insanlar, parmakla sayılacak kadar az şu koca ülkede. Güzelliği, dostluğu, mutluluğu konuşsak ne olur sanki şu gezegende?

Ah Sevgili Şems, şu an yaşasan acaba sen ne der ne söylerdin, aklın yetersiz kaldığı şu evrende?

“Nefsini bilen kendini bilir.” dersen, nefsin insanlığa galebe çaldığı şu çağda, nasıl terbiye etmelerini isterdin bu insanların nefislerini?…

Yüzlerce beden şebi aruza ermişken; hâlâ dünya işleriyle cebelleşen şu insanları, âlemi berzahtan âlemi ervaha ermemiş yüzlerce ruhun hakikatini görmek bile terbiye edememişken, hangi söz terbiye edecek bu bencil, açgözlü, haris bedenleri?

Bir de güzel şeyler yaz diyorsun ey Şems, gel gör  dünyanın halini de sen söyle ne yazayım?!…

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir