FARELİ KÖYÜN KAVALCISI

Biz, masallara inanan çocuklardık. Çünkü güzel şeylerin olabileceğine inanarak büyüdük. Bugün belki de bizleri hâlâ ayakta tutan o zamanki ruh halimizdir. Saflıkla, dürüstlükle, inançla bakabiliyorsak hayata mucizelerle karşılaşabiliriz mantığıyla, yüreğimizin sesine kulak veriyoruz belki de…

Nasıl ki her masalın sonunda mutlaka iyiler kazanıyor, kötüler hak ettiği cezadan nasibini alıyorsa günlük yaşantımızda da o inancı yitirmemeye gayret ediyoruz. Lakin masallardaki mucizeler kadar büyüğünü beklemek yanlışa sevk ediyor bizi. “Emek olmadan, yemek olmaz.” Düşüncesini hafızalarımızdan silmek oturup olmasını istediğimiz şeyler için dua etmekten öteye gidememek düşüncesi  hata yaptırıyor, hız kestiriyor çünkü.

Güzel şeylerin olacağına inancını yitirmemek başka, bunun için mücadele etmemek başka. Hep başkalarının yapmasını bekleyip ‘komşuda pişer bize de düşer’ mantığıyla hareket etmek de bir o kadar yanlış. Oysaki herkes pişirip karşılıklı olarak birbirine dağıtsa daha bereketli olacak her şey bunun farkına varamıyoruz.

Düşünmüyoruz, fikir üretmiyoruz. Başkalarının kafa yorup ürettiklerinin üzerinden payelenmeye çalışıyoruz. Beğendiğimizi benimsiyor, beğenmediğimizi eleştiriyoruz. Oysa eleştirmek en kolayı aslında… Üretmediğiniz bir fikri eleştirmek yerine karşıt bir görüş öne sürememek eleştirinizi anlamsız ve sakil kılıyor ama bunun bile farkına varamıyoruz çoğu zaman.

Ne istiyoruz hayattan, ne bekliyoruz insanlardan ve kendimizden?… İçinden çıkılmaz sorunlar gibi görünen bu düşünceler aslında hepimizin bilmesi gereken şeyler. Kendi sorularımızı ve sorunlarımızı bilmeden başka soru ve sorunları anlamaya çalışmak hata yaptırıyor bize yanlış anlamalara ve anlaşılmalara neden oluyor, doğruları görmekten uzaklaştırıyor bizi…

Kendi eğrisini doğrusunu bilmeyen, hatalarını göremeyen insanlardan, başkalarının yanlışlarını görmelerini bekliyoruz çoğu zaman…

Menfaatleri aynı noktada kesişen insanların, kendi doğrularının da aynı kesişme noktasında düğümlendiğini fark edemiyoruz. O düğümün üstüne çıkarları örtüştüğü anda diğer insanların birer düğüm daha attıklarını göremiyoruz sonra. Çünkü baştan itibaren ne istediğimizi ne beklediğimizi bilmiyoruz hayattan. Doğrunun tek olabileceğinin farkında değiliz. Herkese göre şekillenen doğrulara biat ediyoruz akıl yoramadığımız için.

Sonra kavalcının peşinden giden farelerden biri oluyoruz büyülü kaval sesinin ardına takılıp gidiyoruz. Fareli Köyün Kavalcısında olduğu gibi… Hatırlarsanız:

Bir gün Hamelin köyünü fareler basar. Her yerde fareler vardır ve halkın bütün yiyeceğini tüketmektedirler. Halk bu durumda ne yapacağını bilemez ve köy Fareli Köy olarak anılmaya başlar. Günün birinde bu köye bir adam gelir. Kendisine bir torba altın verirlerse köyü farelerden kurtaracağını söyler. Köylüler o kadar çaresizdirler ki hemen aralarında gerekli parayı toplayıp köyün muhtarına verirler. Adam kavalını çıkarır ve o kadar güzel bir melodi çalar ki bütün fareler onu takip ederler. Adam onları köyün yakınındaki bir nehre götürür. Kavalcı nehirden yürüyerek geçer fakat ardından gelen fareler suda boğulurlar…

Düşünmek, istemek, emek harcamak ve sonuçta ne istediğini bilen, kendinden emin, göreceli olmayan tek ve gerçek doğruyu bulabilen insanların sayısı artmadığı sürece Fareli Köyün Kavalcısı’ndaki farelerden farklı olamayacağız ne yazık ki…

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir