Reutlingen’deki konseriyle doğu ve batı kültürünün müziğini sentezleyerek, zihninde bir dantel gibi ilmek ilmek ördüğü notalar eşliğinde; duyarak, hissederek, hissettirerek piyanonun tuşlarında parmaklarının kontrolünü kaybetmişçesine hesapsızca ama bir o kadar bilinçle dokunmak suretiyle muhteşem nağmeler ile Avrupalı insanların takdirini kazanan yalnızca ünlü piyanistimiz Fazıl SAY değil tüm Türkiye’ydi benim gözümde.
Bir düşünün, bilet satışları koca bir salonu doldurduğu için ayrı bir güne ek konser koyarak taleplere cevap verebilen bu Avrupa şehrinin kültür merkezindeki salon, ağzına kadar çoğunluğu Alman konuklardan oluşan bir konser. Büyük bir sükûnet ve saygıyla izleniyor.
Piyanonun tuşlarıyla alay edermişçesine klavyeye dokunan parmaklar, dokunuşların aksine kendinden emin, sağlam notaların kenetlenmesiyle melodilere dönüşüveriyor arkasında çalan koca Württemberg Flarmoni Orkestrasına da hükmederken. Soluksuz, pür dikkat saygıyla ve sükûnetle dinliyor insanlar.
Su gibi akıp geçen saatlerin ardından, mütevazı bir selamla veda etmeye çalışıyor ve çekiliyor sahneden, yaptığı iş sıradan çok normal bir şeymiş gibi; lakin seyirci ayakta aralıksız alkışlamaya devam ediyor… Dakikalarca süren alkışın ardından sahneye dönüyor selamlıyor aynı tevazuuyla insanları… Alkışlar susmuyor aksine daha da şiddetleniyor. Abartmıyorum, tam beş kez sahneye girip çıkıyor Fazıl Say. Ancak seyirci doyamadığı konserin devamını bekliyor. Bazılarının ayaklarıyla tempo tutarak alkışları desteklediğini hissediyorum, sarsılan yeri ayaklarımın altında hissederken. Seyircinin ısrarını kıramıyor usta parmaklar, oturuyor kuyruklu piyanosunun başına. Çalmaya başlıyor…
Mozart’ın “Türk Marşı “çalmaya başladığında içim daha çok kıpırdıyor, coşkum artıyor bir Türk olarak. O bir Türk, ben de Türk’üm demek geliyor içimden göğsüm kabararak…
Dünyaya Türk adını bu kadar saygıyla duyuran tüm sanatçıları, sporcuları, edebiyatçıları, bilim insanlarını düşünüyorum… Daha bir onurla kaplanıyor yüreğim.
İşte diyorum, böyle duyurmalıyız adımızı dünyaya. İlimle, bilimle, kültür ve sanatla… Bu insanları korumalı, teşvik etmeli, desteklemeli… Türkler, her yerde her zaman başarılarla özdeşleştirilmeli, kişisel görüş ve düşünceler gözetilmeksizin sadece yaptıkları güzel işlerle anılmalı. Yurt dışında gördükleri takdir ve beğeninin daha fazlasını ülkelerinde bulmalı ki başka yerlerde, başka arayışlara girmesinler. Onlar bizim değerlerimiz, asıl kalıcı olacak eserlerin sahibi insanlar. Kıymetini bilmek bizim görevimiz olmalı.
Reutlingen/Almanya Konseri, 14 Nisan 2013