İĞNEYİ KENDİMİZE…

Çağdaş yöneticilikte sadece kamu gücünü ve imkânlarını standart şekilde kullanmak yeterli değildir. Zira “Zamanın ruhunun” önünde durmak artık imkânsızdır.

Almanca’da “Zeitgeist” olarak bilinen bu kelime, bir dönemin entelektüel, kültürel, etik, politik ve belki dini atmosferini tarif etmede kullanılmaktadır. Zeitgeist,  bu haliyle, o devrin dışına çıkmayı gerektirir.

İnsanların sosyal kaygıları ve genel iyilikleri için bilimsel yöntem kullanarak, büyük bir sosyal kalkınmayı savunan, dünya çapındaki bu düşünce; liderlerin ya da lider olmak isteyenlerin de ruh eşi olmalıdır bence. Zira insanları, aydınlık bir geleceğe taşımak üzere planlanmış bir düşünce hatta eylemin ruhudur bu.

Bu düşünceden hareket ettiğinizde; durduğunuz yer ve baktığınız yön çok önemlidir. Lider olmak bir adım önde durabilmek ve ardından sürüklediğin kitleyi taşıyacağın hedefi önceden görmek ve bilmekle alakalıdır. Zira insanlar geleceğe; liderler ise hayal edilmiş bir gelecekten bugüne ve insanlara bakarlar…

İnsanlar ve onların oluşturdukları toplumlar artık kabuk değiştirdi. Bilim ve teknolojinin de etkisiyle kendi hayatlarını gelişmiş ülkelerdeki insanların hayatlarıyla mukayese eden  “Bunlar, bizim de hakkımız!” diyebilen bir kitle var yöneticilerin karşısında.

Artık çağı okuyan ve gereklerini şeffaf bir şekilde hayata geçirecek liderler ve yönetim anlayışları revaçta. Teknolojik olduğu kadar ekolojik dengeleri de gözetebilen, kamu hizmetlerinin kalitesini artırabilen, akıllı yönetim biçimleri geliştirip uygulayabilen, dünya standartlarında ve kalitesinde hizmet üretebilen, dünya çapında finansman imkânları bulabilen ve yönetime tüm paydaşları ile birlikte hareket etmek suretiyle hâkim olabilen hümanist liderler prim yapıyor.

Nasıl ki bir öğretmen sınıfında ders anlatırken ya da bir iş yeri sahibi şirketini yönetirken yaptığı bu iş için bir taltif, bir alkış beklemiyorsa; liderler de bu yaptıkları hizmetlerin onların bir işi olduğunu unutmadan hareket etmeli ve bunun için ekstra bir paye ile ödüllendirmeyi beklemeden bir görev bilinciyle işlerini yapmalı.

Zaten yaptıkları hizmetin kalitesi iyiyse halk onların yönetimde kalmasını desteklemeye devam ederek onları ödüllendirecektir.

Başarı için liderler, çağı ve Türkiye’yi doğru okumak ve yeni çözümler üretmek zorunda.

Belki işe yerel yönetimlerden başlayarak başa doğru hareket edilmeli. Belki öncelikle bir beldedeki, bir kasabadaki, bir ilçedeki, bir şehirdeki yaşam kalitesini artırmakla işe başlanmalı.

Dünya yerel yönetimlerin özel sektörü ve yatırımcıyı da işin içine çektiği, işbirliği yoluyla kent kalkınmasını sağladığı ve dünya çapında projeler ürettiği sayısız örneklerle doludur. Bizim de öncelikle bu düşüncedeki liderlerle mantıklı bir şehircilik anlayışına ihtiyacımız var.

Samimi duygularla, şeffaf yönetim anlayışlarını insanların yaşamlarını kolaylaştırmak, daha mutlu, daha huzurlu kentler oluşturmak amacıyla hizmet veren belediye başkanlarına ihtiyacımız var. Görüntü değil, içerik olarak insanları mutlu edebilen liderler olmalı etrafımızda.

Etrafı çiçeklerle donatıp, parklar bahçeler yapan ama yağan bir yağmurla idare ettiği şehri su basan, trafiği keşmekeşlik içinde, olaylar karşısında arafta kalamayan taraflı liderler, işini yanlış kulvarlara taşımış yanlış insanlardır.

Bugün ülkemizin birçok köşesinde yaşanan birçok idari sorun, çağa ayak uyduramayan, dar görüşlü, kendini aşamamış yöneticilerin yönetimin başında olması ile yakından alakalıdır.

Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde “Her millet layık olduğu şekilde yönetilir” der. Asırları aşarak günümüze ulaşan bu hadis-i şerif, bize sadece liderlerin suçlu olmadığını; kendini yetiştirmeyen cahil, ne istediğini bilmeyen halkın da bu işte, o kadar suçlu olduğunu ifade etmektedir aslında.

Sunulan hizmetten memnun olmadığımız halde bize sunulan fırsatı değerlendirip doğru insanı seçemiyorsak en az o lider kadar biz de suçluyuz demektir.

O halde “iğneyi kendimize batırmadan…” bu yazıya nokta koymak da olmaz tabii…

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir