Çıkaracağınız altın, alacağımız nefesten daha değerli değildir!
Nedense dünyada tüm iyiliklerin, güzelliklerin değeri, kişiler, öldükten; eserler, doğal güzellikler yok olduktan sonra anlaşılır.
Ünlü ressamların, yazarların sefalet içinde yaşayıp öldükten sonra milyonlar eden paha biçilmez eserlerini, yok olup giden doğal güzelliklerin ardından resmine bakıp hayıflanılan doğal ve tarihi yerleri biliriz çoğumuz.
Tıpkı, böyle devam ederse, mitolojik İliada Destanı’nda Homeros’un ”Pınarı bol cennet” diye anlattığı İda Dağı/Kaz Dağı’nın da düşeceği durum gibi.
Kaliteli, bol suyunun yanı sıra üzerindeki paha biçilmez ormanlarıyla bölgeye hayat veren muhteşem bir güzellikten bahsediyorum.
Afrodit, Athena ve Hera ‘nın katıldığı, Truva Savaşı’nın başlamasına sebep olan tarihin ilk güzellik yarışmasına tanıklık eden İda Dağı’ndan.
Zeus’un, Truva Savaşı’nı izlediği İda Dağı’ndan.
Afrodit’in ilk kez âşık olduğu İda Dağ’ından.
Su perisi İdea’nın yaşadığı İda Dağ’ından.
Ve güzelliği dillere destan, Sarıkız’ın Kaz Dağ’ından…
Tıpkı onlar gibi bizler de sahibi değil bekçisiyiz, emanetçisiyiz bu güzel yerin. Nasıl ki onlar içinden geçip bize bıraktılarsa bu güzellikleri; bizler de yaşadığımız sürece içinde olduğumuz bu güzellikleri çocuklarımıza, torunlarımıza miras bırakmak mecburiyetindeyiz.
Bunu, gelecek nesle olduğu kadar, Zeus’a, Athena’ya, Afrodit’e, Helen’e, İdea’ya ve Sarıkız’a da borçluyuz.
Bunu, semalarınızda uçurduğunuz uçak değil, arının sayısına bakın diyen bilim insanının gelişmişlik düzeyimizi eşdeğer tuttuğu, o dağda, ormanda yaşayan her bir börtü böceğe borçluyuz.
Nasıl bir tamahkarlık, nasıl bir hırs nasıl bir rant meydanı oldu ki dünya, menfaatler, insanlardan ve insanlıktan daha önemli bir duruma geçti?
Çıkaracağı altının, alacağı nefesten daha kıymetli olduğunu hangi mantık kabullenebilir?
Gelecekte bizi su savaşları bekliyor, üçüncü dünya savaşı çıkarsa bu sebepten çıkar derken, içme suyu kaynaklarına siyanür sızmasına göz yummak nasıl bir aymazlıktır?
Bu ülke bizim, bu dünya bizim, hepimizin!
Ama dünya denen bu handa, biz sadece birer yolcuyuz konaklayan. Bizden sonraki yolculara da konaklayacakları yaşanabilir yerler bırakmak zorundayız. O yüzden sahip çıkmalıyız bugün bu dağa, onun için sahip çıkmalıyız bu taşa, kurda, kuzuya, börtü böceğe.
Bir ülke, dağı, taşı, ağacı, gölü, akarsuyu hatta tüm börtü böceği ile bir bütündür. Bir toprağı kutsal kılan vatan toprağı oluşudur. Madem her bir metrekaresi şehit kanlarıyla sulanmış bu topraklar bizim için kutsal, o halde kutsala kast edilmez, edilemez, edilmemeli, ettirilmemeli! Biz böyle gördük, böyle duyduk, böyle öğrendik, böyle yetiştik bu topraklarda.
Bugün, koca bir millet ayaklanmış yürüyor, nöbet tutuyor. Bağrı yanan vatan topraklarındaki ciğerlerini kurtarmak, içeceği suyuna zarar gelmesini engellemek için. Yükselen çığlıklar, dünyanın dört bir yanından işitiliyor. “Nefesimizi tüketmeyin, geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini çalmayın!” diye inliyor tarihi İda Dağ’ı.
Bu nasıl bir yaman çelişkidir ki, bugün kendi ülkesinde ekolojik dengeyi bozuyor diye sivrisinek ilaçlarını yasaklayan, ancak yerine yenisini dikmek şartıyla ağaç kesebilen, ülkesinin yarı yüzölçümü ağaçla kaplı olan, hatta bayrağında bile ağaç yaprağı bulunduran bir ülke mensupları gelmiş, benim ülkemin ciğerlerini kazıyor?
Oysa ülkelerin topraklarına çizili sınırlar, atmosfere çizilemez. Bugün benim ülkemin oksijenini keserken yarın bu yüzden belki kendi de oksijensiz kalacak. Zarar tüm dünyaya, tüm insanlara! Bunun nasıl farkında olunamaz?
Bizler,
“Kıyametin koptuğunu görseniz, elinizdeki fidanı dikin.” diyen bir peygamberin ümmeti;
“Değil topraklarıma girmek, ormanlarımdan bir dal kesenin kellesini alırım.” diyen Fatih Sultan Mehmet’in ve bir ağcı kesmek yerine bir evi yerinden kaldırıp taşıtan Mustafa Kemal Atatürk’ün torunlarıyız.
Bugün Kaz Dağlarından yükselen, yarın Murat Dağlarından, Kelebekler Vadisinden, Munzur Dağları’ndan, Salda Gölü’nden öbür gün bilmem nereden yükselecek olan çığlıklar, bu milletin çığlıklarıdır. Bu çığlıklar, ağaçların, hayvanların, çiçeklerin, senin, benim, hepimizin çığlıklarıdır.
Kulak verin!