LEZZETLİ

KİLİM GAZETESİ, BADEN-WÜRTTEMBERG, OCAK 2021

Sanal dünyanın toplumsal hayatımızın bir parçası olduğu gerçeğiyle yüzleşeli çok oldu. İnternet ve sosyal medya, insanlar arasında zaman ve mekân sınırlılıklarını kaldırdı. Ama içinde bulunduğumuz bu küresel salgın dönemi çok daha farklı misyon yükledi sosyal medyaya.

Yüz yüze görüşme imkânları sınırlanan insanlar, yeni normalleşme diye adlandırılan bu süreçte sosyal ağlar aracılığı ile birbirleriyle iletişim kurarken özel hayatlarını istedikleri gibi tasarlayarak diğer kişilerle paylaşmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duydu. Herkes farklı amaçlarla içerik oluşturarak kendilerine uygun bir iletişim ve paylaşım şekli geliştirdi. Bireyler, bu sayede yeni arkadaşlar edinerek yeni gruplarda kendilerine yer buldu. Sanal ortamda içerik oluşturan herkesin amacı elbette ki farklıydı. Bu nedenle herkes kendi amaçlarına uygun bir iletişim ve paylaşım şekli belirleyerek kendilerine yeni yollar çizdi yeni hedefler koydu.

Yani bu süreç aile ilişkilerimizden, ticari ilişkilerimize, üretim alışkanlıklarımızdan tüketim şeklimize, siyasal kampanyalardan pazarlama kampanyalarına kadar birçok alandan köklü değişimleri de beraberinde getirdi.

Sosyal ağlar yine insanların kimliklerini sergilemeleri açısından ayrı bir önem kazandı. Sanal mecralarda yapılan her tür paylaşımlar, insanların yaşam tarzlarını, ilgi alanlarını ve kim olduklarını kısa tanıtımlar halinde takipçilerine aktaran çok önemli araçlar oldu. Kişiler bu sayede toplumsal görünürlük kazandı.

Elbette bunun farklı farklı nedenleri vardı. Kimi sadece sosyalleşme ihtiyacına cevap ararken, kimi takipçilerini artırarak kazanç elde etmeye çalıştı kimi de egosunu besleyerek narsist tavırlarını geliştirdi.

Kısacası insanlar bu süreçte aslında daha da yalnızlaştı. Siluetleri sosyal ağlarda dolaşırken asılları evlerine hapsolmuş dört duvar arasına sığınmış canlılar gibi yaşadı, yaşamaya da devam ediyor. Peki, sosyal mecralarda ayaklarının altına serilen bu dünyada istediği gibi boy gösteren insanlar, paylaştıkları fotoğraflar kadar mutlu mu?

Bu başlı başına ayrı bir yazı konusu ama bir bilgisayarın ekranında önüne serilen koca dünyaya sığıyor gibi görünüp gülümserken o sanal gerçekliğe hapsolmak, oraya sığamamak, beş duyumuzu kullanamamak gibi bir şey aslında. Sadece görmek, duymak ne kadar yetebilir ki bir insana? Ya da nereye kadar? Dokunamadığımız, kokusunu alamadığımız, tadına varamadığımız bir dünyada yaşamak? İşte tam da bu yüzden arttı tüm mutsuzluklar, iç huzursuzluklar, depresyonlar. Düşünsenize önünüzde dünyanın en lezzetli yemeği var, görüyorsunuz ama kokusunu alamıyor, lezzetini tadamıyorsunuz.

Dilerim 2021’in bu ilk ayından itibaren, tadına varacağımız lezzetli bir dünyada yeniden sağlıkla yaşayabileceğimiz günler bizi bekliyor olsun. Ailemize, dostlarımıza, sevdiklerimize sarılıp kucaklamaya devam edeceğimiz nice yıllara…

Esen kalın…

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir