“Gözü yaşlı bir baba… Battaniyeye sardığı 5 yaşındaki Yasemin’in cansız bedenini taşıyor. Başka bir grup İsrail bombardımanında can veren Abdullah’ın minik cenazesi başında saf tutmuş. Tesadüf o da 5 yaşında. Gazze, Batı Şeria, Filistin savaşta ölen çocukları için ağlıyor.” Gazete Haberi
“İsrail’in Hamas füzelerine misilleme olarak salı günü başlattığı ‘Koruyucu Hat’ operasyonunda şimdiye kadar Gazze’de 88 kişi öldü. Bunların 25’i çocuk!.. İsrail Başbakanı “Ateşkes yok” diyor. Savaş şiddetleniyor.” Gazete Haberi
Toz, duman, ateş, bomba sesleri… Daha sabahın ilk saatlerinde güneş, kızgın bir top misali kasıp kavuruyor muydu ortalığı? Yoksa yakıp kavuran güneş değil miydi acımasızca?!.. Etrafta sadece oradan oraya koşuşan perişan insanlar, ağlayıp bağrıştıkları anlaşılabilen büyük küçük siluetler vardı. Göz gözü görmüyor, alev topları düştüğü yeri yakıp geçiyordu…
Bedeninin küçüklüğüne inat, kocaman bakan gözleriyle, anlam veremediği bu görüntülerin, oyunun bir parçası olup olmadığını anlamaya çalışıyordu şimdi çocuk.
Ölümün kol gezdiği savaş ortasında, çocuk olmanın ağırlığı ile oyuna katılma isteği birleşince, oyun arkadaşlarını aradı gözleri ama seçemedi kimseyi…
Belki farkında bile değildi; savaşın ortasına düşmüş bir çocuktu o… Elinden tutacak annesi de yoktu yanında. Hayatta mıydı değil miydi, bir daha elinden tutabilecek miydi, onu da bilmiyordu.
Geleceği ateş hattında kararmış, tüm hayatı çocukluğundan ibaret kalacak, kelebek ömrünce yaşanmış hayata sahip bir çocuktu belki de…
Hayatın bir oyun olmadığını anlayamadan, belki gerçek oyuncaklarla bile oynayamadan, futbol topu yerine savaş toplarıyla tanışmış minik bir kalpti o… Ama bilmediği bir şey vardı: oyun arkadaşları kalpsizdi !…
Hayallerinin, geleceğinin, benliğinin ve bedeninin katlini imzalayan kalpsizlerin, onu ve onun gibi onlarca, yüzlerce minik kalbi yaralayıp, yok edebileceğini bilmeyecek kadar masum bir yürekti çünkü o.
Nerden bilebilirdi masallardaki canavarların, gerçek hayatta da acımasızca can alabileceğini? Savaş ortasında çocuk olmanın her şeyini kaybetmek olabileceğini! …
Ailesini, sevdiklerini, yaşadığı şehri, oyunlarını, hayallerini… ve hatta kendisini yitirebileceğini bilemezdi. Ölüm nedir, ne menem bir şeydir hiç görmemişti ki…
Keşke hiç görmeseydin çocuk!… Keşke tüm çocuklar, hayal ülkelerinde kurdukları o masal dünyalarında büyüyebilselerdi hep. Kötüler cezalansa, iyiler hep mutlu sona kavuşsaydı keşke…
Çünkü savaş ortasında çocuk olmak, kahreder be çocuk!…
Savaş ve Çocuk…
Yan yana hiç yakışmayan bu iki kavram; siyah ve beyaz kadar birbirine tezat iki tezahür… Oysa yüzyıllardır aynı çarkın dişlileri misali dönüyorlar… Savaşlar, 20. yüzyılın son on yılında bir milyon çocuğu öksüz ve yetim bırakmış ya da ailelerinden koparmışken; modern dünyanın çocuk paradigması ile çelişen bu verileri ve tabii yaşananları da gördüğümde; insanların, çağdaşlaşmaya mı yoksa daha da ilkelleşmeye mi meylettiğini anlamak hususunda karar vermekte çok zorlandım…