Ruhların Derinliğinde

Hışırtılar, altın sarısından bakıra çalan, kümelenmiş koca koca yaprakların, ayaklarımın arasındaki kaçıncı seremonisinden bilmem; ben ince uzun, iki yanı ağaçlarla kaplı yolda ilerlerken, içimde gittikçe büyüyen yalnızlığımı, doğadaki sükûnetle harmanlayarak solumaya devam ediyorum. “Ne kadar da şanslılar! ” diyorum kendi kendime. Yüzlercesi bir arada… Bakıyorum şöyle bir etrafıma, yerde tek başına duran yaprak göremiyorum…

Sonbaharın hüzünlü yüzü, kışın soğuk bakışlarını üzerinde hissediyor olmalı ki, damarlarımda dolaşan kan da, beynimin gri hücrelerine aynı soluk mesajı iletiyor. “İnsan, kalabalıkta yalnız, yalnızlıkta kalabalık olabilir mi?” diye bir soru takılıveriyor aklıma.

Ahşap, boyasız bir bank çıkıyor kıvrılan yolun dönemecinde önüme, oturuyorum, göçmen kuşların çığlıklarını çekiyorum içime bir nefes. Sonra bir rüzgâr çıkıyor birden, az önce ayaklarımın altında kümelenen yapraklar, etrafımda kol kola halay çekercesine savruluyor. Yüzüme çarpan yaprakları elimle uzaklaştırırken, yolun ucunda el ele bana doğru yaklaşmakta olan bir çift görüyorum. İmrenerek bakıyorum uzaktaki çifte, yalnız oturduğum bankta.

Ama o da ne?!.. Elleri ayrılıyor çifte kumruların birden. “Nazar mı değdirdim?” diyorum, gözlerimi üzerlerinden kaydırmaya çalışarak. Ama merakıma yenik düşüyorum, yan gözle bakmaya devam ediyorum iyice yaklaşmış olan çifte. Tartışıyorlar hararetli hararetli. Kız, ağlamaklı bir yüzle geri dönüyor delikanlının yanından. Delikanlı, yolun ortasında öylece bekliyor, sinirli sinirli genç kızın arkasından bakarak. “İnsanların kaderi mi yalnız kalmak?” diyorum kendi kendime, yolun ortasında öylece bakakalan genci izlerken. Bir an: ” Hadi kır zincirlerini, koş tut elinden, sende mahkum olma yalnızlığın zindanlarına!” diyesim geliyor. Duruyorum…

İngiliz yazar Aldous Huxley ‘in sözü geliyor sonra aklıma :“Vücut bulmuş her ruh yalnızlığa mahkumdur”. Ne kadar da doğru diyorum kendi kendime. Hayatında hiç yalnızlığı tatmayan bir ruh var mıdır acaba ? Sonra kendime bakıyorum ve yolun ortasında öylece kalan delikanlıya… Önemli olan ruhların derinliğindeki yalnızlıkta kaybolmamak diyorum ve Allah’ a bunun için şükrediyorum bir kez daha. Dönüp yerde küme küme duran yapraklara bakıyorum, sizler de dallarda teker teker asılı durmuyor muydunuz önceleri?…

Banktan kalkıp yoluma devam ediyorum. Tarlada çalışan bir grup insanla karşılaşıyorum. Her biri ayrı bir dünya kendi içinde. Yanlarından geçmekte olan birini yani beni bile fark etmiyorlar belki de. Yaşlıların yüzlerindeki çizgilerin her biri ayrı bir hikayeyi anlatıyor sanki bizlere. Nasır tutmuş ellerinde hasat izleri, yanlarındaki insanlarla kısa diyaloglar… Sonra… Yine derinlerdeki yolculuk…

Kimi, iş  diyalogları dışında, kendi iç dünyalarının sakin limanlarında dolaşırken, kimi fırtınalı denizlerin girdaplarında çırpınıyor belki … Belki de kendi içlerindeki yalnızlıkta ya da ruhlarındaki kalabalıkta kim bilir?…

Kimi sevgiyi, kimi sevgisizliği; kimi nefreti, kimi tutkuyu; kimi sadakati kimi sadakatsizliği; kimi huzuru, kimi huzursuzluğu (…) paylaşırken benliğinde, aslında farkında olmadan etrafındaki kalabalıkta yalnızlığı yaşıyordur  isteyerek ya da istemeyerek.

Doğanın sükunetindeki musikiyi dinleyerek somut yoluma devam ederken, içsel yolculuğumda ilerlemeye devam eden adama: “Hayatta her şey biz insanlar için, önemli olan dozunda yaşayabilmek, yalnızlığı bile… “ dedim.

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir