SAĞLAM KAFA…

 

Her gün otobüs durağında karşılaştığım aslında hiç tanımadığım ama sürekli aynı ortamı paylaştığım insanlara hafif bir tebessümle dostane bir “Merhaba” demeyeli ne kadar zaman oldu hatırlamıyorum. Ama takriben Türkiye’ye yerleştiğim günden itibaren olduğunu söyleyebilirim…

Dili, dini, memleketi farklı insanların yaşadığı topraklarda her daim; sabah işe giderken, sokakta yürürken göz göze geldiğimiz ama aslında hiç tanımadığımız insanlara “merhaba” diyebildiğimiz, sorgusuz sualsiz aynı hassasiyetle ve mütebessim bir çehreyle cevap alabildiğimiz, güler yüzle selamlaşabildiğimiz zamanları ve mekanları özledim…

İnsanın insana saygı gösterdiği, özgürlüklerini, başkalarının özgürlüklerinin başladığı yerde kısıtlayabildiği, en basit görgü kuralına milyonlarca başka anlamlar yüklemek yerine en basit anlamıyla; sevgi, saygı ve hoşgörüden ötesi olmayan anlamıyla içime çekmeyi de özledim…

Hâlbuki bizim dinimizde selam vermek sünnet, almak ise farzdır… İnsan olmanın doğasında vardır iletişim. Görgü kurallarının ilk maddesidir selamlaşmak… Sevgiye,saygıya, hoşgörüye atılan ilk tohumdur selam… Sosyal ve gelişmiş toplumların en belirgin nişanesidir… Oysa bugün dini, dili, menşei, aynı ülkenin mensubu insanlarımıza, değil selam vermek, kafa kaldırıp es kaza bakmak bile istemez olduk.

Zira müstehzi ya da sayısız farklı anlam yüklenmeye çalışılan bir edayla “Bu kadın/ bu adam neden bana baktı?” ifadesi taşıyan anlamsız ve ürkütücü bakışların ağırlığı altında ezilmek var işin ucunda… Bu bakış yüzünden başa gelmesi muhtemel bilinmezlikler zinciri de olabilir belki bizi bekleyen…

O sebeple iyi mi yaptım kötü mü bilemiyorum ama bıraktım selamı kelamı artık. Çünkü selam vermek ciddi risk taşıdığı bir yerde aslolan önce can güvenliğimizdir, var olamadığınız bir yerde, sosyalleşmeden bahsedemezsiniz zaten!…

Sosyalleşmek, medeni olmak için sağlam bir beden kadar sağlam bir kafaya da ihtiyaç duyulduğunu düşünürsek (Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur. M.Kemal Atatürk), akla gelen ilk soru şu anda: ‘sağlam kafalı bir toplum muyuz?’ olmalıdır bence.

Dünyada 350 milyondan fazla insanın psikolojik sorun yaşadığı düşünülürse bizim ülkemizde yaşayan insanların bu tabloda hatırı sayılır bir yer tutuğu konusunda ciddi şüphelerim var.

Zira bunca cinnet, taciz, cinayet vak’asını bir film sahnesinde bile kabullenmememiz gerekip “Bu kadar da olmaz!” diyeceğimiz yerde; bu sekansları artık hayatın içinde, bir film izler gibi bir elimizde çay, kahve, bir elimizde çekirdek çitleyerek, yadsımadan izler olduk.

Bu normal değil hem de hiç değil. Bence acilen toplumun psikolojik durumunun çözümlenmesi, önemli bir hususu gözden kaçırmamak adına şu anda çok gerekli.

Sosyologları ve psikologları acilen göreve çağırmak ve ortak bir yol bulmak için, içinde bulunduğumuz bu laboratuvar ortamında çalışmalarını sağlayarak, toplumun algısal zaaflarının ve kitlesel özelliklerinin saptanmasını, yorumlanmasını ve çözüm için ortak bir akılda buluşulmasını dilemekten öte bir şey diyemiyorum.

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir