“ŞÜPHESİZ ÖLÜM KORKUNÇ BİR ŞEYDİR”

Onunla ilk kez sanırım 2010 yılında tanıştım. Hem de memleketimde binlerce kilometre uzakta. Mutluydum, çünkü birçok kez Cd’den, internetten dinlediğim bir dehayı, Fazıl Say’ı sahnede canlı izleyecektim. O gün konser için yaşadığım şehir olan Stuttgart’a yakın bir ilçe olan Reutlingen’e gittik ailecek. Ne var ki bazı aksilikler sebebiyle konser başlamak üzereyken salona ulaşabildik. Koşarak kapılar kapanmadan salona girmeye çalışırken, salonun önünde karşılaştık kendisiyle. Sahnede devleşen bir sanatçının tevazuu ve hafif bir tebessümle “Çabuk olun ben içeri girmeden girin salona, yoksa almazlar sizi içeriye.” deyişini hatırlıyorum şimdi.

Geç kalmak üzere olduğumuz bir konser için sanırım ilk kez sevinmiştim o gün. Çok az Türk vatandaşının olduğu muhteşem bir konserin ardından ayakta alkışlıyorduk Fazıl Say’ı. Mağrur bir eda ve samimiyetle selam vererek ayrıldı sahneden.

Ne var ki her yerde katı olarak tasvir edilen Almanların, Fazıl Say’ı bırakmaya hiç niyeti yoktu. Herkes ayakta alkışlıyordu onu. Bir Türk olarak nasıl gururlandığımı anlatamam. Fazıl Say’ın yeniden sahneye gelmesi ve ardından sevgi dolu selamı ve yeniden ayrılışına tanık olduk sonra. Alkıştan ellerimin içi acıyordu. Ama alkış, kıyamet kesilmiyor bilakis daha da güçleniyordu. Yeniden sahnede belirdi usta sanatçı. Selam, teşekkürden sonra içeri giren Fazıl Say belki alışıktır bu duruma ama benim gözlerim yaşarmıştı gururdan. Zira o katı kuralcı Almanlar, alkışla yetinmeyip ayaklarını da yere vurarak koca salonu titretiyordu o sırada. Ve notaların üstadı üçüncü kez yeniden sahnedeydi. Salonun ahşap döşemeleri ayaklarımın altında sarsılıyordu…

Neden anlatıyorum bunları onca yılın ardından? ( O zaman da yazmıştım bu kısmı aslında)

Dünyanın böylesine değer verdiği, saygı duyduğu, sevgili Fazıl Say birkaç gün önce büyük bir acı yaşadı. Hayattaki en değerli varlıklarından biri ile vedalaştı ebediyete kadar. Annesine veda etti!

Bir evlat, onu, dünyaya getiren, yetiştiren bugünkü Fazıl Say’ı, Fazıl SAY yapan en önemli insanı yitirdi… Ayşe Gürgün Say…Hepimizin anneleri başımızın tacı değil midir? O da başının tacıyla vedalaştı. Allah rahmet eylesin… Allah, taksiratını affetsin… Ülkemize böyle bir değeri kazandıran annenin mekânı cennet olsun.

Bize, bunları demek düşer. Oysa sosyal medyada inanılmaz çirkin yazılarla muhatap oluyoruz günlerdir. Annesini yitirmiş, zaten canı yanmış, acılara düşmüş bir insana böyle edepsizce sözler, ahlak dışı cümleler kuran insanlara sözüm. Kusura bakmayın ama insan demek bile gelmiyor içimden.

Bizim ne dinimizde ne de örfümüzde adetlerimizde böyle şeyler var. Ölüm Allah’ın emri, ölüye de diriye de saygı var bizde.

Değil midir ki “Şüphesiz ölüm korkunç bir şeydir. Cenazeyi gördüğünüzde hemen ayağa kalkınız.”  diyen bir peygamberin ümmeti olan bir milletiz. Bize yakışan ancak böyle bir davranış olurdu.

 ( Bilmeyenler için) Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle nakletmiştir:

 Yanımızdan bir cenaze geçmişti. Rasulüllah (s.a.v.) hemen o cenaze için ayağa kalktı. Biz de (ona uyarak) kendisi ile beraber ayağa kalktık ve:

– “Ey Allah’ın Rasulü! Bu bir Yahudi kadınının cenazesidir” dedik.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):

– “Şüphesiz ölüm korkunç bir şeydir. Cenazeyi gördüğünüzde hemen ayağa kalkınız” buyurmuştur.

                                                                                                         (Müslim, Cenaiz, 78,Hadis no:1593)

Kaldı ki bu uç örnekten çok uzak bir durum karşısında, İslami geleneklere uygun defnedilen bir insanın ardından yapılan seviyesiz, kırıcı tartışmalara, yorumlara, kin ve nefret dolu söylemlere tanık oluyoruz. Gerçekten bunu hak etmeyen Fazıl Say ve ailesine sarf edilen fütursuzca cümlelere inanmakta güçlük çekiyorum. Esefle kınıyorum…

Bizler, komşuda cenaze varken 40 gün evinde radyo televizyon açmayan, komşusunun acısıyla acılanan, mutluluğu ile mutlu olan insanlardık. İnsanı sevmeyi, saymayı öğrenerek büyüdük. Din, dil, ırk ayrımı yapmadan yaşamayı öğütleyen Mevlana’dan, tebaasındaki insanların hak ve özgürlüklerine asla laf söylemeyen hükümdarların torunları olarak yetiştik. Peki, şimdi ne oldu da acısını yaşayan bir insana dil uzatacak kadar küçüldük, insanlığımızdan uzaklaştık? Üstümüze vazife olmayan işlerle uğraşmaktan kendi ayıbımızı görmeyecek kadar pervasızlaştık.

Lütfen artık şu cehaletimizi bir yana bırakıp önce bize bahşedilen Kuran-ı Kerimi Türkçe mealinden okuyup dinimizi; sonra da bilgisizlikten aç, susuz kalmış zihinlerimizi besleyip insan gibi insan olmayı öğrenelim… İnsanlarla uğraşmak yerine kendimize bakıp, kendimize çeki düzen vermeye çalışalım.

Her koyun kendi bacağından asılır. Günah da sevap da Allah’la kulu arasındadır. Eşrefi mahlukatı; inancı, düşüncesi, ibadeti, yaşam tarzı nedeniyle sorgulamak, yargılamak, karar vermek hiç kimsenin haddine değildir. İnsanların hak ve özgürlükleri başkalarına zarar vermedikleri sürece yalnızca kendilerini ilgilendirir. Bizler, başkalarının yaşamını, inancını, düşünce tarzını vb. sorgulamak, yargılamak yerine önce kendimizi düzeltmekle başlarsak işe daha sağlıklı bir toplum oluruz.

Ne diyeyim Allah, akıl fikir versin cümlemize!…

Bir yorum

  1. Buket YILMAZ TOPARLI

    Sevgili Hümeyra’cığım,
    o konseri ben de çok iyi hatırlıyorum.
    Yazının son iki paragrafına bayıldım.
    Selamlar,
    Buket.

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir