Bazı erkekler, yaşları ne kadar büyürse büyüsün hep çocuk kalmaya devam eder… Hep ilgilenilmek, dinlenmek, birinin ona hizmet etmesini, önem vermesini ister. Sorumluluk almaz, onun adına başkalarının sorumlulukları üstlenmesini bekler.
Ünlü psikanalist Dr.Dan Riley, Peter Pan Sendromu diye tanımladığı bu sık görülen rahatsızlık için erkeklerin büyümeye direnç göstermesi halidir, der.
Sanıyorum “Peter Pan Sendromu” biraz daha evrim geçirmiş versiyonuyla günümüz siyasetine de sirayet etmiş durumda. Zira ülke genelinde yaşananlar, hiç büyüyememiş bir çocuğun umarsız tavırlarının sonuçları gibi… Duyduğumuz, gördüğümüz birçok şeye inanmakta güçlük çekerken; ülkemiz üzerinde oynanan oyunların bir çocuğun masumiyetinden çok uzak olduğunu gördüğümüz için sarsılıyoruz.
Başıboş bir rüzgâra kapılmış gidiyor gibiyiz… Bizi savuran ne bahar rüzgârı ne de kış… Siyaset rüzgârının fırtınalar koparan kucağında, alabora olmamak için mücadele eden bir kayık misali sallanıyor insanlarımız. Dengesini bulmak için çırpınıyor dalgalı denizde… Fırtınanın şiddeti her geçen gün artarken rüzgârın, her gün yön değiştiren hali, teknemizin dengesini sağlamasına mani oluyor adeta. Şimdi 30 Mart bekleniyor; 31 Mart’ta fırtınanın dinip suların durulacağı düşünülüyor çünkü …
Zannediliyor ki; Wendy ile Peter Pan’in etrafında lirlrilru diye ucmadan duramayan pixie elindeki sihirli değneği sallayacak ve 31 Martta sütliman bir denizin üzerine doğan güneş ülkemizi aydınlatacak.
Hayali bile çok güzel… Lakin hiçbirimiz çocuk değiliz, hepimiz büyüdük artık. Bunlar bir masaldı ve hayatımızın en güzel yıllarını yaşadığımızı fark etmeden geçirdiğimiz o günlerde kaldı ne yazık ki…
Artık masallardaki mutlu sona ulaşmak o kadar da kolay olmuyor. Artık mutlu son için çabalama zamanıdır. Belki sütliman bir denize ulaşamayacağız hemen ama fırtınayı savuşturmak hepimizin elinde. Hepimizi, yıllar önce bize bu ülkeyi emanet eden şehitlerimizin göze aldığı kadar zor olmayan ama bir o kadar önemli görev bekliyor.
Vatanını, milletini, bayrağını, Ata’sını seven bir birey olarak emanet aldığımız bu kutsal toprakların kıymetini bilerek üzerimize düşen demokratik sorumluluğumuzu yerine getirmek durumundayız. Hepimiz, irademizi ortaya koyma adına, vatandaşlık görevimizi yerine getirmek için 30 Mart günü sandık başlarına gidip oyumuzu kullanmak zorundayız. Bu bilince vakıf olamayan insanları uyarmak ve bilinçlendirmek de bizim vatandaşlık görevimizdir.
Şimdi görev zamanı, çocuklarımıza aydınlık ve müreffeh bir gelecek bırakabilmek, yarın huzur içinde gözlerimizi kapatabilmek için bilinçli bir vatandaş olarak görev yapma zamanı.
Sakin, mantıklı, aklıselim insanlar olarak davranmanın, karışıklık çıkarmak isteyen insanlara fırsat vermeden akıllıca hareket ederek demokratik bir ülke olduğumuzu sadece Türkiye’ye değil tüm dünyaya gösterme zamanı.
Zira bu seçimler boyunu aştı… Mahalli seçim olma özelliğini çoktan yitirdi… Bu seçimler, dünyanın gözünü üstümüze çevirdiği sınırları aşan bir izlenme sayısına ulaşılan bir seçim havasına büründü.
Haydi daha güçlü ve aydınlık bir Türkiye için sandık başına!…