KİLİM GAZETESİ, BADEN-WÜRTTEMBERG, KASIM 2024
Günümüzde toplumların en sancılı yaralarından biri, vicdanın ve ahlakın göz göre göre yitiriliyor olması. Bir zamanlar bizi biz yapan bu değerler, artık bir hazine gibi koruduğumuz değil, git gide uzaklaştığımız kavramlar haline geldi. Ahlak ve vicdan, bir zamanlar insan olmanın omurgasıydı. Oysa şimdilerde, çıkar ilişkileri arasında un ufak edilen, anlamını yitirmiş birer “eski zaman kalıntısı” gibi…
Peki, ne oldu da ahlaktan bu denli uzaklaştık? Vicdan dediğimiz o içsel pusula neden bu kadar şaştı? Geçmişte ahlak, toplumun ortak bir diliyken ortaklık neden bozuldu? Büyüklerimiz yaşamlarını, vicdanla döşedikleri temel taşlarla kurarlardı. “El âlemin” ne dediğini önemsedikleri için değil, kendi iç dünyalarındaki dürüstlüğü koruma gayesi güttükleri için başkalarına zarar vermekten kaçınırlardı. Sokakta tanıdık olsun olmasın, bir insana haksızlık etmek, onun emeğini çalmak ya da ona kötü söz söylemek, bu değerlerin karşısında bir ayıptı. Şimdi ise, asabiyet, saldırganlık, öfke ve şiddet hat safhada! Modern insanın vicdanı, hızla değişen bir dünyada ufalanıyor. Vicdan artık hükmünü yitirdi, ruhun derinliklerinde yatan bir muhasebeci olmaktan çıktı ve birçokları için sadece bir kelime haline geldi.
Bugün bebekler, acımasız planların kurbanı olduğunda, çocuklar korunamayıp hayatlarını kaybettiklerinde ya da kadınlar suskun bir toplumun içinde çaresizce kaybolduğunda, gözlerimizi kaçırmak “alışkanlık!” haline geldi. O kadar çok yalan, ikiyüzlülük ve zalimlik görüyoruz ki, vicdanlarımız katılaştı; acılar, bir film karesi gibi ruhumuza dokunmadan geçmeye başladı. Çıkar uğruna, kişisel hırslar uğruna, para ya da makam için insanların yüzleri maskeleniyor; adalet, adeta “adaletsizliğin” kucağına bırakılıyor. Herkes, menfaatine uymayan her şeye bir “çözüm!” bulmak için, bir kılıf uydurmaya hazır. İkiyüzlülük, günümüzün en kolay elde edilen vasfı! Yüzüne gülünen kişiler, sırtlarını döner dönmez bir dedikodu malzemesine dönüşebiliyor.
Bu acı tablo, yalnızca toplumun belirli kesimlerinde değil; sosyal medya başta olmak üzere her yerde, herkesin bir yüzünü gizlediği veya göstermediği bir sahneye dönüşüyor. Kendimizi gerçeğe değil, herkesin yüzeyde görmek istediği şeylere göre şekillendirdiğimiz için, ahlak yavaş yavaş yerini çıkar çatışmalarına ve kibir dolu bir suskunluğa bırakıyor. Hâlbuki ahlak, kişisel çıkarlarımızın üzerindeki yüce bir değer değil midir? Toplumu ayakta tutan, çocuklarımızı güvenle büyütmemizi sağlayan ve insanlığımızı güçlendiren o sessiz koruyucu!
Bugün ahlakı, saygıyı ve vicdanı yitirmiş bireyler olarak, içinde bulunduğumuz durum: “Bu rayından çıkmış dünyada vicdanlarımızı öldürmeli miyiz yoksa onu yeniden diriltmek için çaba göstermeli miyiz?” sorusuna verilen cevapta saklı. Bir de ahlaklı olmakta! Hani o, insanın kendisine ve çevresine karşı olan sorumluluğunu hatırlatan aynaya bakmasında. Ahlaksızlığı, yalnızca yanlış bir davranış olarak görmek yerine kendi benliğine ihanet ettiğinin farkına varmasında. Vicdan ve ahlak, bireyin, içindeki doğruyu gösteren bir pusuladır. Eğer bu pusulayı kaybedersek, kaybedecek bir şeyimiz de kalmamış demektir.
Ve ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada, bu kayıpları sadece bireyler olarak yaşamıyoruz, toplumlar olarak da yaşıyoruz. Toplumlar, vicdanlarını ve ahlaklarını yitirdiklerinde, o toplumların da geleceğe dair hiçbir umutları kalmaz. Vicdan ve ahlak; bizi insan kılan, başkalarının acılarını kendi acımız gibi hissetmemizi sağlayan değerlerdir. Bugün, ahlakın yalnızca kuru bir kavram olarak kalması, aslında her birimizin kaybettiği insanlık değerinin bir göstergesidir. Bizler, yeniden insan olduğumuzu hatırladığımızda, vicdanın ve ahlakın değerini de yeniden anlayacağız. Belki de vicdanı ve ahlakı yitiren insanlığımızı bulabilmek ve pusulamızı şaşırmamak için o en derin yargıcın peşine o zaman daha bilinçli bir şekilde düşeceğiz. Sağlıcakla kalın…
