Tekinsiz, bir o kadar da şekilsiz; biraz tuhaf, biraz da şaşkın zamanlarda ve de inatla tuhaflaşmaya devam eden dünyamızda tek başına kalma ihtimaliniz ürkütücü mü geliyor kulaklarınıza?
Ama korkmayın, hayat sizi çevrim dışı bırakmadığı sürece, sosyal medyada çevrim içi olmamanız kadar sanal bir durum bu aslında. Sanal diyorum çünkü hükmünü yitiren, miadı dolan birçok şey gibi yalnızlıklarımız da artık sadece bir tuş uzaklığında bizlere. Yetişmekte olan “e-nesil”, insanlığı; elektrik ve internet bağlantısı kesintilerinde idrak edebiliyor ancak.
Zygmunt Bauman, okuduğum bir yazısında şöyle diyordu “Descartes’in meşhur varoluş kanıtı yani ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ sözünün yerini, kitle iletişiminden ibaret çağımıza uygun şekilde güncellenmiş hali almış: ‘Görülüyorum, öyleyse varım.’ Beni ne kadar çok insan görebiliyorsa burada varoluşumun ispatı o kadar inandırıcıdır.”
Yüz yüze ilişkinin yerini ekrandan ekrana ilişki alırken, akıllı telefonlar da uzaktaki yakınlarımızı yanı başımızda hissettirdi bize. Uzakta olmak eskisi gibi erişilmez olmayı hükümsüz kılarken yitirilen, sadece sıcak temaslar oldu. Hatta canınız istediğinde çevrim dışı olup gizlice, insanların neler yaptığını, nerelerde olduklarını izleyen, istediğine görünüp istemediğine görünmeyen anlayışla; irtibatta olmak istemediğimiz insanları engellemek suretiyle zorunlu iletişimi de minimuma düşürme imkânımız oldu bu sayede.
Yalnız kalmak mı?… O da ne?… Sohbet odalarında sınırsız çevrim içi insandan biri mutlaka siz istediğinizde size arkadaşlık edebilecek durumdayken “ Kim korkar yalnızlıktan?!”
Ötüşen kuşların en büyük amaçlarının birbirleriyle bağlantıda kalmak olduğunu düşünürsek İngilizce’de ötücü kuş anlamına gelen twitter da insanların, birbirleriyle bağlantıda kalmalarını sağlıyor mesela. Yüzlerimizin kitabı gibi düşündüğümüz facebook da seneler içinde, hakkımızda depoladığı bilgilerle adeta kitabımızı yazmıyor mu?
Evet, yalnızlığın çaresini bulmuşlar… Daha nice arkadaşlık sitesi, bu ve benzeri yöntemlerle insanların birbirlerinden haberdar olmalarını sağlıyor. Hatta gereğinden fazla!…
Önce insanların aşk hayatlarına günbegün tanık oluyoruz. Sonra evliliklerine, ardından da çocuklarını birlikte büyütüyoruz sanal sayfalarda. Hani seneler sonra çocuklarla karşılaşsak hiç yabancılık çekmeyecek kadar.
Birbirimize temas etmeden, uzaktan uzağa takip ediyoruz sevdiklerimizi. Acılarımızı, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi tek bir tuşla paylaşıyoruz. Hislerimizi, duygularımızı o tuşların ardına gömüyoruz. Doğum günlerinde, küçük bir pasta alıp arkadaşımızı ziyaret etmek ya da arayıp sesini duymak yerine pastanın fotoğrafını gönderiyoruz. Taziye ziyaretine gidip eşimizin, dostumuzun acısını, omuzuna koyacağımız elimizle, sırtını sıvazlayarak “Her zaman yanındayım, acını paylaşıyorum…” duygusunun sıcaklığını hissettirmek yerine, iki kuru satırla paylaşmaya çalışıyoruz. Evlenen, çocuğu olan arkadaşlarımızı küçük bir hediye ile ziyaret ederek mutluluklarını paylaşmak dururken, kuru ya da aksine çok şatafatlı cümlelerle kutlamakla yetiniyoruz.
İnternet çıktı mertlik bozuldu… Tepkilerimiz, kızgınlıklarımız da sanal kaldı çünkü. Birlik ve beraberlik de sözde, yazıda, ekranda…
Ne mahremiyet kaldı ne kutsiyet ne hassasiyet… Her şey gözler önünde alabildiğine…
Yediğimiz yemekler, aldığımız kıyafetler, gezdiğimiz mekânlar…
Eskiden, alan var alamayan var, diyerek adını anmaya çekindiğimiz şeyler, bugün sere serpe ortalıkta.
Çok merak ediyorum, biri fişini çekse internetin nasıl oluruz acaba?!..