Bir ülkedeki avcılar ormanda ceylan avlarken, ceylanların kendilerinden çok kaplanlarca avlandığını görürler ve bir karar alırlar. Hepsi birden ormanda kaplanlar için bir sürek avı düzenlerler.
Sonunda her şey avcıların istedikleri gibi olur. Ormanda hiç kaplan kalmaz ve avcılar artık rahatça avlanırlar.Ancak bir müddet sonra ceylanların et ve derileriyle ilgili şikâyetler gelmeye başlar ve avcılar ceylanların et ve derilerini satamaz hale gelirler.Bu durum karşısında avcılar uzman bir zoolog çağırmaya karar verirler.
Bu uzman inceleme yaptıktan sonra raporunu hazırlar ve raporda şu ilginç sonuç vardır:”Kaplanlar öldürülmeden önce ceylanların en zayıf ve güçsüz olanları sürünün arkasında kalıyordu ve kaplanlar onları avlıyordu. Kaplanlar ortadan kaldırılınca zayıf ve güçsüz ceylanlar hayatta kaldılar. Bunlar ise diğerleriyle birleştiler ve zayıf bir ceylan nesli ortaya çıktı. Dolayısıyla bu ceylanların et ve derileri eski değerini kaybetti.”
Yaşamın tılsımı “denge”de gizlidir.
Bu sözcüğün içindeki gizem, yukarıda anlattığım öyküde verilmek istenen mesajda da gizli aslında. Doğaya müdahale etmek, dengesini bozmak ne kadar sorun oluşturuyorsa ekosistemde; hayatımızdaki dengelere de müdahale etmek aynı şekilde yaşantımızın dengesini bozmak, onarılamayacak yaralar açmak anlamında zarar verir bize. O nedenle yaşantımızdaki dengeleri iyi kurmak gerekir.
Nasıl ki doğanın dengesinin bozulması evreni yaşanmaz hale getiriyorsa, beşeri ilişkilerimizde, söz, fiil ve davranışların bozulması da hayatı çekilmez hale getirir. Bu nedenle yüce Allah’ın da kainatta her şeyi bir denge ile var ettiği düşünüldüğünde insanların da fert, aile, toplum hayatlarında dengeli ve ölçülü olmaları gerekmektedir.
“Yürüyüşünde mutedil ol, sesini biraz kıs. Çünkü şüphesiz ki seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” Lokman Suresi 19
Allah, insanların toplum içindeki hareketlerini örnek vererek insanların ifrat (aşırılık, ölçüyüaşmak) ve tefritten (geride kalma,yeteri ölçüde olmama) uzak durarak mutedil ve dengeli olmasını istemektedir.
Bedenimiz, sahip olduklarımız, kimliğimiz, değerlerimiz, yeteneklerimiz, davranışlarımız uyum içinde olursa ifrat ve tefritten arındırabilirsek bu unsurlarımızı, dengeli bir kişiliğe sahip olabiliriz.Yüce dinimiz de madde ile mâna, ruh ile beden, dünya ile âhiret arasında sarsılmaz bir denge kurmamış mıdır?
Allah, bu dengeyi bize şöyle ifade eder:
“Allah’ın sana verdiğiyle âhiret yurdunu iste; dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik ettiği gibi, sen de öylece iyilik yap. Sakın yeryüzünde fesat çıkarma. Doğrusu Allah, fesat çıkaranları sevmez.” (Kasas 28/77)
Peygamber Efendimiz de bu dengeyi şöyle anlatır:
“Dünyanızı iyileştiriniz ve âhiretiniz için çalışınız.”
“Dünyayı hakir görmeyin. Zira o, âhireti kazanmanın vasıtasıdır.”
“Dünya âhirete götüren bir yoldur. Ey ümmetim! Siz insanlar üzerine yük olmayınız.” (Bk. İbn Ebü’d-Dünyâ, Islâhu’l-Mâl, s. 50, 52, 58, 60, 63, 69)
Bazen paranız vardır yemek yiyemezsiniz kilo sorununuz vardır; giyinemezsiniz! fiziğiniz müsait değildir! Eviniz vardır, dostlarınız yoktur içini şenlendirecek… bu böyle uzar gider.
Hayatta hiçbir şey bir kişiye bahşedilmemiştir. Onun bile bir dengesi vardır. Kiminin parası, kiminin huzuru, kiminin eşi dostu… Dikkat ederseniz onun da bir dengesi vardır. Herkesin zengin olduğunu düşünün… Çalışacak kimse olmaz dünyada. Herkesin fakir olduğunu düşünürseniz zenginliğin ne olduğunu bilmediğinden insanların çalışmak için amaçları olmaz. Herkes sağlıklı olsa sağlığın kıymeti bilinmez…
İşte hayatın içinde sürüp giden bu gizli dengenin içinde bizler de kendi dengelerimizi kurmalıyız içimizde ve çevremizde.Terazimizin dengesinde en ufak bir kaymanın nelere mal olabileceğini düşünerek yaşam dengemizi ona göre kurmak gerektiğini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.
Kalemine, fikrine ellerine sağlık güzel insan.Yazdıkların gibi örneksin de.Sevgilerimle..