Bazen, hayat yorar insanı.
Konuşmak yorar, yazmak yorar, sevmek yorar, beklemek yorar, gitmek yorar, gelmek yorar…
O zaman, susar insan.
Lâl olur dili.
Gözlerini kapatıp düşlemek ister, düşler yorar.
Sebepsizce sevmek, güvenmek ister, duygular yorar.
Sadece üzüntü ve keder değil, bazen mutlu olmak yorar.
Önüne çıkan tüm engeller değil, var olan her şey yorar.
Saklanmak ister o zaman, kaçmak, bir yerlere sığınmak; kaçmak yorar, sığınmak yorar.
Çünkü yalnızca kendi yaşadıklarımız değildir sırtımıza yük. Tek suçlusu yaptıklarımız ya da yapamadıklarımız gibi görünse de, etrafımızdaki insanların yaptıkları ya da yapmadıklarıdır belki de asıl bizi yoran.
Etrafımızdaki sefalettir belki de…
Aç insanlar, susuz insanlar, yoksul, öksüz, yetim insanlar…
Düstursuz, fütursuz yaşamlardır.
Ahlâk yoksunu, kindar, haris varlıklar;
Cahil, his yoksunu, kişiliksiz, ahlaksız insanlardır bizi yoran.
Vatan haini, bayrağına, milletine, insanlarına ihanet eden insan müsveddeleridir ruhumuzu daraltan.
Hiç farkında değilmişçesine dururken bile, gülen yüzlerin arkasına saklanan, bilinçaltımıza yer eden güvensizliklerdir belki de bizi mutsuz kılan.
Kim bilir belki de anlatamamaktan, anlaşılamamaktan, yaralanmaktan ve de iyileşememekten yorulmuşuzdur belki de…