ZİRVE

“Kartal, ıssız bir yerde yavrusunu eğitiyormuş. Yavru kartal birçok şeyi öğrenmiş ama aklına bir soru takılmış. Annesine; zirvede olduğumu nasıl anlarım? diye sormuş.

Annesi: “ Bir gün yalnız kalırsan, zirvede olduğunu anlarsın; çünkü zirve daima ıssızdır.” demiş.”

Hayat boşa harcanmayacak kadar kısa, tadını çıkarabilecek kadar uzundur aslında. Tüm mücadele zirveye çıkabilmek, Nirvana’ya erebilmek içindir. Çıktığımızda mutluluk da, zevk de belki keder ve yalnızlık da orada bizi bekliyor olacaktır. Zirvede bizi nelerin beklediğini ancak erişebilirsek görebiliriz…

Herkesin zirvesi, kendi boyundan yüksekte bulunan bir noktadadır sanırım. Belki az belki de çok yükseklerde… Ama tüm mücadele, hedefe konan bu zirve içindir hayatta. Çitayı ne kadar yükseğe çıkartırsak kendimizi o kadar çok zorlarız. Hedef, boyun hemen bittiği noktadaysa, kişi oraya eriştiğinde, monotonluk başlar, zira önündeki hayat ona birçok fırsat sunarken, kişi hedefine erişmiş olmanın hazzıyla daha fazlasını istemeyecek, fırsatları göremeyecektir. Bu nedenle de daha fazla yükselemeyecektir. Hedefe ulaşmanın hazzıyla mücadele bitecek, hayat anlamsızlaşacaktır. Mücadelenin bitmesi yerinde saymaktan öte, irtifa kaybını da yanında getirecektir. Bu, aslında kartalın yavrusuna söylediği zirve değildir. Zira erişilen o nokta, aslında birçoğunun geçiş noktasıdır sadece. Asıl zirve hep biraz daha yukarıdadır. En üst noktaya vardığınıza kanaat getirdiğinizde zaten yalnızlık başlar… Ancak şunu da unutmamalıdır; ulaşılacak daha üst bir nokta her zaman vardır aslında ama onu da bilmek gerek.

Tabii tüm bunlar, bir tercihtir. Kişi, kendi zirvesini belirlemekte özgürdür. Ancak hayatta yapılacak bir iş, erişilecek bir amaç varsa bağlı kalınır hayata. Aksi takdirde yavaş yavaş tükenmişlik ve kopuş başlar hayattan.

Önemli olan zamanı iyi kullanabilmektir… Ne istediğini, ne kadar istediğini bilmek, başarabilmek için mücadele edebilmek, etrafına sevgi, saygı ve hoşgörü ile bakabilmektir aslında.

Bunun çok canlı örneğine tam beş yıl tanıklık ettim Avrupa’da. Kesinlikle örnek alınması gereken bir insandan bahsetmek istiyorum size.

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza sunulan uzaktan eğitim, öğretim kapsamında; Açık Öğretim sınavlarında da görev aldığım o günlerde tanıdım Karaman Amcayı. Karaman Amca, 1936 doğumlu yaşına rağmen dimdik ayakta duran bir adam. Bembeyaz sakalı, tıknaz yapısı ile bana eski Türk geleneğindeki; bilge kişi, ozan, hekim, bilgin karşılığı baksı’ları hatırlatıyordu. Bir tek kopuzu yoktu elinde. Sınav salonunda onu her gördüğümde; Dede Korkut Hikâyelerinde okuduğumuz o itibarlı tavrıyla gelip nasihat edecek, hikâyeler anlatacakmış gibi geliyordu bana. Oysa o sınava girmek için geliyordu…

Onu ilk tanıdığımda açık liseyi bitirmek üzereydi. Sınava torununu getirmiş biri gibi düşünmüştüm önce. Sonra geçip salondaki yerine oturunca öğrenci olanın torunu değil de kendi olduğunu gördüm. Kimlik kontrollerini yaparken doğum tarihine baktım, gözlerime inanamadım. Yaşasaydı, babam da bu yaşta olacaktı diye düşündüm… Başarılar diledim…

Sınavdan sonra merakla sordum: “ Amcacığım, ne kadar güzel, gençlere örnek oluyorsunuz. Lise bitince de devam edecek misiniz?” cevabı aynen şöyle oldu: “Etmeyip de ne yapayım kızım. Gidip kahve köşelerinde boşa zaman harcayacağıma bir şeyler öğreniyorum. Beni hayata bağlıyor ders çalışmak. Biterse ben de biterim!…”

Ne kadar güzel… “Ders çalışmak beni hayata bağlıyor!..” Karaman amca çitasını yükseltmiş ve hayata bağlanmanın yolunu böyle bulmuştu. Şu an üniversiteye devam ediyor. Buradan selam olsun ona ve onun gibilere… Dersleri hiç bitmesin hep devam etsin!…

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir