Edebiyat ve sinemanın birlikteliği sinemanın var oluşu ile birlikte çok konuşulan, oldukça eleştirel bir birliktelik oldu hep!
Ancak bu birliktelikte sinemanın, günümüz koşullarına uygun olarak daha hızlı tüketim sağlaması, zamanla sinemayı edebiyatın önünde seyreder duruma getirdi. Bu durum, izleyici kitlenin yükselişini sağlarken okuyucu kitlenin düşüşüne neden oldu ne yazık ki!
Yazıma başlarken hem iyi bir izleyici he hem de iyi bir okuyucu olduğumu belirtmek isterim. Ama birini diğerine tercih etmem gerekse kitaplar birincil önceliğim olur her zaman.
Düzenli kitap okuma alışkanlığınız yoksa muhtemelen hayatınızda çok şey eksik kalıyordur. Ben o kitapların filmlerini izledim, o kitabı zaten biliyorum demek aynı şey değil. İzlemek ve okumak eylemlerinin vücudumuzda bulduğu karşılık, inanın çok farklı. Toplumumuzda da!
Kitap okumak sadece yeni bilgiler öğrenmek, kelime haznenizi geliştirmek, güzel konuşmanızı ve yazmanızı sağlamak, hayal dünyanızı güçlendirmek için mi faydalı sanıyorsunuz? Öyleyse bildikleriniz yeterli değil.
Elbette okuduğunuz her kitap, size yeni dünyaların kapısını açar. Yeni bilgiler öğrenirsiniz. Ama kitap okuduğunuz zaman -tıpkı spor yaparak vücudunuzdaki diğer kasları çalıştırdığınız ve güçlendirdiğiniz gibi- aynı zamanda zihninizi çalıştırıp güçlendirirsiniz de.
Nasıl mı? Okurken yazılanlar üzerine yoğunlaşıp okuduğunuz fikirler üzerine düşünmeniz gerekir. Mesela, bir karakteri gözünüzün önünde canlandırmak, olaylarla ilgili boşlukları doldurmak için hayal gücünüzü kullanmaya zorlanırsınız. Bir olay hakkında muhakeme yapma yetiniz gelişir, soru sormayı, sorgulamayı öğrenirsiniz. Size dayatılanı değil zihin süzgecinizden geçirdiğinize yönelmeyi öğrenirsiniz. Oysa bu, filmlerde size hazır olarak sunulur. Kafa yorma, hayal etme, muhasebe yapma ihtiyacı hissetmeden bir sonraki sahneye, objektife takılanla yetinerek yönelirsiniz.
Kitaplar aynı zamanda, her şeyi daha detaylıca açıklayabilme avantajına sahiptir. Senaryolar, çoğunlukla karakterler arası diyaloglardan oluşurken, kitaplar, okuyucuları sahnelerin ve karakterlerin düşüncelerinin içine sokabilir ve okuyucunun yorum yapmasına imkân sağlar. Anlatılan mekânlar, bir objektifin ucundaki kadar sınırlı değil, hayaliniz kadar zengindir
Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, kitap okuyan insanların Alzheimer, demans gibi hastalıklara yakalanma oranı daha düşüktür. Yani okumak, beyni aktif ve meşgul tuttuğu için, zihnin güç kaybetmesini önler.
Sussex Üniversitesi araştırmacılarına göre müzik dinlemek yüzde 61, çay ya da kahve içmek yüzde 54, yürüyüş yapmak yüzde 42 oranlarında stres seviyesini düşürürken, sadece altı dakika kitap okumak stres seviyemizi yüzde 68 oranında azaltabiliyor. Yalnızca bu sebep bile günümüzün kaotik yaşantısından sıyrılıp kitap okumak yeterli bir gerekçe. Dikkat ettiniz mi bu sıralamaya film izlemek dâhil edilmemiş bile!
Japonya’da Tohoku Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmayla televizyonun 276 çocuğun beyinleri üzerindeki etkileri incelenmiş.
Araştırmacı Takeuchi, çocuklar ne kadar çok televizyon izlerlerse beyinlerinin aşırı uyarılma ve saldırganlıkla ilgili bölümlerinin de o kadar kalınlaştığını keşfetmiş. Ayrıca, frontal loblarının kalınlaştığını da görmüş. (Bu durumun, çocukların sözel akıl yürütme becerisine zarar verdiği biliniyor.)
Hemen küçük bir parantez açayım: Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından 3 yılda bir, 15 yaşındaki öğrencilerin kazandıkları bilgi ve becerileri değerlendiren Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) testinin bu yılki sonuçlarına göre yine Türkiye’deki öğrencilerin en büyük sorunu kendi anadilinde okuduğunu anlayamama olduğunu hatırlatayım. Uzun yıllardır bu sonucun böyle olduğu düşünülürse günümüzdeki yetişkinlerin de büyük çoğunlukla okuduklarını anlamadıklarını düşünmek yanlış olmaz sanırım!
Demek ki okumaya küçük yaşlardan itibaren ailede başlanmalı (Aile de okumuyorsa!), film izleme, televizyonda bir program takip etme okuma yetisi kazanıp gelişenlere tavsiye edilmesi gereken bir alan olmalı (Belki önce aileler eğitilmeli!).
Şimdi bakın yazının başından nereye geldik değil mi?
Filim mi kitap mı? Televizyon mu kitap mı? Belki müzik mi kitap mı? … derken sonuç: KİTAP!
Koskocaman bir kitap! Hep kitap, daima kitap…
“Edebiyat mı, sinema mı?” tartışmasından önce bunları konuşmak gerekmiyor mu sizce de? Elbette sinemaya da gidilecek, film de izlenecek, edebiyat ve sinema dünyası aynı şekilde ortaklaşa çalışmaya devam da edecek. Çağa uygun olarak birinde bulamadığımızı belki diğerinde bulacağız. Ama KİTAPSIZ bir yaşantıyla yola devam edilemez. Önce kitap!
Okumadan ne sinemayı ne televizyonu ne sporu ne matematiği ne siyaseti, ne… anlayabiliriz!
Filmlere boş boş bakar, siyasette boş laflar söyler, ekonomide fire verir sonunda zihinsel sorunu olan çok sayıda insanların yaşadığı bir topluma dönüşürüz.
Aman dikkat!
Önce okumak, okuduğunu anlamak, bunu hazmetmek ve hayatın bir parçası haline getirmek; sonra gelsin filmler, diziler. Bakın o zaman bir önceki yazımda ( BİR DERDİM VAR!) bahsettiğim gibi kaliteli filmler diziler nasıl da izlenir.
Okuduğunu anlamayan insanlardan, izlediğini anlamayı beklemek ne derece doğru ki zaten?
Kalın sağlıcakla…