KAYNA KAZANIM KAYNA!

Bir tutam nifak tohumu, birkaç tutam dedikodu, bolca yalan dolan, az göz boyama, iki doz şiddet, bir doz kaos, bolca gözyaşı, gün boyu dramla karışık trajedi özellikle cahil insanlara bire bir etkili! Hele kurbağa deneyindeki gibi insanları da içine atıp yavaş yavaş ısıtmaya başlattıktan sonra ohhh kayna kazanım kayna!

Nasıl tarif ama?

Şimdi bu da ne diyenlere, efendim anlatayım.

Eğer devekuşu gibi kafanızı kumun altına gömmediyseniz ya da tarifteki gibi kaynayan kazanın içine girmemişseniz ne dediğimi hemen anlamışsınızdır. Şayet anladık ama yine de anlat diyorsanız ya da anlayamadık diyorsanız, buyurun!

Kelimenin tam anlamıyla kaostan beslenen bir toplum olduk. Normal bir günümüz yok. Gün geçmiyor ki bir yerden şiddet, kavga gürültü, dedikodu, yalan dolan, aldatma, aldatılma, dolandırıcılık vb. haberleri işitmeyelim. Hatta kendi dertlerimizden çok başkalarının ne yaptığı ile uğraşmaktan kendi dertlerimizi bile algılayamaz hale geldik. Kendi donumuzdaki söküğü (bu amiyane ifade için özür dileyerek!) görmezden gelip başkalarınınkini konuşmaya bayılıyoruz çünkü. Konuşmakla da kalsak yine iyi. Üzerine bire bin katıp köpürte köpürte anlatmak da cabası. Ve bundan da büyük haz alıyoruz.

Tam travmatik bir ruh hali ve arabesk yaşamlar. Sonrası sosyal medyanın işi! Kulaktan kulağa oynarken olduğu gibi en son ortaya çıkan gerçek dışılığa inanmaya hazır bekleyen insanlarımız ortaya çıkan yalanı yaymak için birbiriyle yarışıyor. Kurnazlar işin farkında. İnsanları sürekli farklı gündemlere sürükleyerek kendi sıkıntılarını fark etmelerini unutturmak için kazanı sürekli kaynar vaziyette tutuyor.

Uyuşturucu bağımlılığı gibi bir şey. Her gün yeni bir kaosa uyanan insanlara yukarıdaki kazanda kaynayan iksiri verdikçe Namık Kemal’in dediği gibi

“ Bâis-i şekvâ bize hüzn-i umûmîdir Kemâl

Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdına

Bizim şikâyet etmemizin sebebi içinde bulunduğumuz hüzün atmosferidir, gönlümün kendi derdinden bahsetmek asla aklıma gelmez.” düşüncesiyle olduğunu sanıyorsanız da yanılıyorsunuz!

Ülke gündemine baktıkça insanın içi kararıyor gerçekten. Kadına – çocuğa şiddet yetmedi doktorlara şiddet o da yetmedi şimdi sporda sahalarda şiddet! Taciz, dolandıran fenomenler, dolandırılan sıradan insanlardan sonra ünlüler. Allah’la aldatma, enflasyon, işsizlik, liyakatsizlik, adaletsizlik… ve tüm bunlar karşısında derin bir sessizlik! Kabulleniş, kayıtsızlık, bana necilik, başına gelmedikçe duyarsızlık ya da sadece klavye şövalyeliği ya da yaşanan tüm acılara, eziyetlere, sıkıntıya, kedere karşı bir normalleştirme olağanlaştırma ve kabullenme!

Bakıyorum da alıştık galiba! Kaostan beslenir olduk resmen. Başkalarını konuşmayı o kadar seviyoruz ki, kendi dertlerimiz sıkıntılarımız diğerlerinin yanında önemini yitiriyor. Eleştirmeyi çok seviyoruz ya ama olumsuz eleştiriyi! Daha doğrusu dedikodu yapmayı…

Ortak sevinçleri neredeyse yok ettik, zaten yok denecek kadar az, onda bile bir olmayı başaramıyoruz! Kaostan besleniyoruz ya, güzel şeylerde bile kötü, eleştirecek yan buluyoruz hemen. O yüzden güzel işleri dillendirmekten çekiniyoruz. Hele bir başkasının iyi tarafını söylemek, bir adım ileri gitmesini istemek maazallah olacak iş değil! İleri gidenin ayağına bir çelme takmak marifet çünkü!

Yoruldum, gerçekten yazarken bile yoruldum… Bunca olumsuzluğu bedenlerimizde taşımak ömrümüzden ömür çalıyor. Bırakalım artık kaostan beslenmeyi, güzele güzelliklere yol açalım… Kötüye, kötülüklere savaş açalım, iyilikten beslenelim. İyiliğe, güzelliğe dair ne varsa onu konuşalım. Kötülere ve kötülüklere prim vermeyelim lütfen. Kaynayan kazana:

Bolca iyilik, güzellik, sevgi, dostluk, muhabbet, güven, adalet, liyakat, etik ve entelektüellik ekleyip içine atlayalım. Böyle bir kazandaki kurbağa olmak, emin olun diğer türlü insan olmaktan yeğdir!

Kalın sağlıcakla…

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir